Sedat Peker’in, rüşvet, yolsuzluk, kara para aklama, cinayet ve uyuşturucu kaçakçılığı ifşa ve iddiaları, Avrupa başkentlerinde büyük bir dikkatle takip ediliyor.
Ancak Türkiye’de büyük yankı uyandıran bu iddialar, Batılı hükümetleri çok da şaşırtmıyor.
Berlin merkezli, Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanlarından Sinem Adar, “Batı’dan Türkiye’yi izleyenler için, yolsuzluğun ulaştığı derece ve derinliği gözler önüne seren iddia ve ifşalar, çok da büyük sürpriz değil” dedi.
Malumun ilamı mı?
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne bağlı Mali Eylem Görev Gücü (FATF) zaten AKP hükümetinin kara para aklama ve terörün finansmanını önlemede gerekli adımları atmaması nedeniyle Türkiye’yi 2021 yılında, daha sıkı gözlem altında tutulması gereken “riskli ülkeler” kapsamına dahil etmiş, “gri listeye” almıştı.
Bu kararın açıklanmasından bir kaç gün önce de Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye’de yolsuzluğun alabildiğince yaygın olduğunu kayda geçirdiği 2021 Türkiye Raporu’nu açıklamıştı. Raporda Türk hükümetinin uluslararası yükümlülükleri uyarınca oluşturması gereken yolsuzlukla mücadele kurumlarını tesis etmediğine işaret edilmiş, yolsuzluğu soruşturma ve kovuşturma süreçlerine de “yoğun siyasi müdahale” olduğu belirtilmişti. Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele stratejisi ve eylem planının bulunmadığına dikkat çekilen raporda, bunun Türk hükümetinde yolsuzlukla mücadele etme iradesinin bulunmadığının bir göstergesi olduğu vurgulanmıştı.
Türkiye’ye yaptırımlar için düğmeye basılır mı?
Türk hükümetinin aradan geçen süre zarfında bu alanda beklenen adımları atmaması ve ortaya çıkan yeni skandallar, Türkiye’nin artık FATF’nin “kara listesine” alınması ihtimalini güçlendiriyor. Ancak bunun sonucunda uygulanması muhtemel mali yaptırımların, zaten zordaki Türkiye ekonomisini daha büyük çıkmazlara sürükleyebileceği belirtiliyor.
Bu yaptırımların, enflasyonun çok arttığı, alım gücünün de çok gerilediği bu süreçte Türk halkının daha da yoksullaşmasına yol açabileceğinden endişe ediliyor. Endişeye yol açan bir diğer konu da, artacak ekonomik istikrarsızlığın, Türkiye’den Avrupa’ya son yıllarda artan göçe, daha da ivme kazandırması.
Örtülü yaptırımlar zaten uygulanıyor mu?
Aslında Batılı ülkeler halihazırda, Türkiye vatandaşlarının vize talepleriyle ilgili olarak örtülü yaptırım uyguluyor.
Schengen vizesi çıkmadığında ne yapmalı?
To view this video please enable JavaScript, and consider upgrading to a web browser that supports HTML5 video
Düşünce kuruluşu Avrupa Komşuluk Konseyi (ENC) Direktörü Samuel Doveri Versterbye, AB’nin bu tutumunun iki ana nedeni olduğunu söyleyerek, şu bilgileri aktarıyor:
“İlk neden, son yıllarda Türkiye’deki ekonomik kriz nedeniyle çok sayıda Türk vatandaşının ülkelerinden ayrılması. AB, Türkiye’den beyin göçünü ve Avrupa’ya daha yoğun bir göç akınını önlemek için bu kısıtlamaya gitti. Ki bu bir kaç yıldır zaten varolan bir durum. Yeni değil. İkinci ve yeni olan bir diğer neden de, Rusya’dan çok sayıda iş insanı ve şirketinin Türkiye’yi yaptırımları delmek için kullanmaları. Bunun mutlaka son bulması gerekiyor.”
Batılı ülkeler, Türk hükümetinin yaklaşık yarım milyon dolar tutarında gayrimenkul satın alan yabancılara vatandaşlık vermesine ve bu süreçte Batılı müttefiklerinin belirli siyasi çekince, hassasiyet ve güvenlik endişelerinin gözetilmemesine tepkili. Üstelik Türkiye’nin bu konuda tanıdığı imkanların sadece Ruslar tarafından değil, pek çok uluslararası organize suç örgütü tarafından da istismar edildiği gündeme getiriliyor.
AKP’ye baskı artar mı?
Peki, Batılı ülkeler, yolsuzluk iddialarının aydınlatılması için Türk hükümeti üzerindeki baskıyı arttırır mı?
Samuel Doveri Vesterbye, Ukrayna savaşı nedeniyle Türkiye’nin öneminin arttığına dikkat çekerek, AB’li diplomatların “Çok ihtiyatlı” hareket etmekte olduklarını söyledi.
Vesterbye, “Jeopolitik mercekten bakan herkes, AB için hem Rusya hem Türkiye ile aynı anda kötü ilişkilere sahip olmanın çok kötü sonuçlar doğuracağını bilir. Çünkü bu iki ülke, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan köprü konumundalar, ticaret, enerji, altyapı gibi farklı pek çok farklı nedenden ötürü AB’nin her iki ülke ile aynı zamanda kötü ilişkilere sahip olabileceğini düşünmek imkansız gibi bir şey” dedi.
Türkiye’de ayrıca 2023 yılında yapılması beklenen seçimlere kısa bir süre kala itidalli hareket edilmesi gerektiği görüşünün ağır bastığını aktaran Avrupalı uzman, AB’nin Türkiye’ye dönük somut adımlar atmak için seçimleri beklemeyi tercih edeceği görüşünü aktardı.
Sinem Adar: Sistem içten yıpratılıyor
Bu arada Türk kamuoyunda büyük yankı uyandıran yolsuzluk skandalları, Türkiye’ye uluslararası alanda itibar kaybettirmeye devam ediyor. 20 yıldır iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de artık ne “adalet” ne de “kalkınma” ile anılıyor.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan CATS uzmanı Sinem Adar’a göre, kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı ve devlet kurumlarının erozyona uğradığı Türkiye’de, “merkezileşen gücün eşzamanlı olarak parçalanmakta olduğu bir süreç” yaşanıyor. Adar, bu gözlemine şu sözlerle açıklık getiriyor:
“Gücün merkezileştiği ama aynı zamanda paradoksal olarak da parçalanmakta olduğuna tanıklık ediyoruz. Başkanlık sisteminin dengeli ve istikrarlı bir hâl alamamasının esas sebebi, sistem içerisinde birbirleriyle rekabet eden, birbirine güvenmeyen aktörler. Örneğin AKP’nin MHP ile olan ittifakı, yine AKP’nin güvenlik aparatı içerisindeki diğer aktörlerle 2014 sonrası giriştiği ittifaklar var. Bunun yanında son 5-10 yıl içerisinde, mafya tipi yapılanmaların devlet içindeki rolünde nitelik itibarıyla değişim de söz konusu. Kişisel çıkar veya ideolojik kaygılar gibi nedenlerden ötürü birbirleriyle rekabet eden aktörler, güçler dağılımının kalmadığı ve kurumların yıprandığı bir ortamda, sistemi içinden yıpratmakta.”
Batı’nın kaos endişesi
Türkiye’de gelecek yıl yapılanması beklenen seçimlerle ilgili olarak şimdiden siyasi gerilimin tırmanmaya başlaması, Batılı başkentlerde önümüzdeki aylarda Türkiye’de yaşanacak olası gelişmelerle ilgili endişeleri daha da artırıyor.
NATO üyesi Türkiye’nin istikrarsızlığa sürüklenmesinden, Rusya ve İran’ın bölgedeki nüfuzunu artırmasından, kaygı duyuluyor.
ENC Direktörü Vesterbye de Türkiye’de seçimlere giden sürecin çok önemli bir dönüm noktası olduğunu, gelişmelerin Avrupa için de önem taşıdığını kaydetti. Avrupalı uzman, olası senaryolara ilişkin öngörülerini ise şu sözlerle aktardı:
“Birinci olasılık, Erdoğan’ın seçimler yoluyla iktidarını perçinlemesi. İkinci olasılık Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi, yenilgiyi kabul etmesi ve Türkiye’de iktidarın barışçıl şekilde değişmesi. Üçüncü senaryo ise Erdoğan’ın yenilgiyi kabul etmemesi, sonuçların tartışmalı olması ve ülkenin protestolarla, kaosa sürüklenmesi. İşte bu son senaryo, Almanya ve Fransa gibi, Türkiye ile ticaretten enerjiye pek çok alanda güçlü ekonomik ilişkileri olan pek çok AB üyesi diplomatın, siyasi karar alıcının en büyük endişesi. Türkiye üye olmamakla birlikte Gümrük Birliği’nin bir parçası… Ben de, önümüzdeki dönemin Türkiye için çok zor geçeceği kanaatindeyim.”
“Tahakküm mesajı”
Son dönemde festivaller ve konserlerin iptal edilmesi, pop müzik sanatçısı Gülşen’in önce tutuklanması, ardından da ev hapsine alınması, AKP hükümetinin toplum üzerindeki baskıyı gittikçe artıracağının işaretleri olarak değerlendiriliyor.
Gelişmeleri, “AKP ve ittifak içerisinde olduğu aktörlerin siyasi manevra alanları daraldıkça, içerideki baskı ve ceberutluk artıyor” sözleriyle değerlendiren CATS uzmanı Sinem Adar, Gülşen’e yapılanlarla “tahakküm mesajı” verildiğini, amacın seçime gidilen bu süreçte topluma gözdağı vermek, korku iklimi yaratmak olduğunu söyledi.
Adar, “Evet, yürütmenin yargıyı çok büyük ölçüde boyunduruğu altına aldığı bir sistemden bahsediyoruz. Ama aynı zamanda dar çıkar gruplarının yürütme üzerinde güç sahibi olduğu bir sistemden de bahsediyoruz. Dolaysıyla kim kimi kontrol ediyor, kim kimin boyunduruğu altında sorularının yanıtını vermek güçleşiyor. İktidarın, enerjisini esasen dar çıkar gruplarının desteğini devam eder kılmaya yöneldiğini gözlemlemek mümkün” diye konuştu.
Demokratik bir gelecek inşa etme umudu
Bununla birlikte Sinem Adar, 2023 seçimlerinin Türkiye’nin kendi iç siyasi dinamikleriyle demokratikleşmesini sağlayabilecek çok önemli bir dönüm noktası olabileceğine de işaret ediyor.
Türkiye tarihinde, kaos ve kargaşanın bu denli tırmandığı dönemlerde ya darbelere tanıklık edildiğini ya da erken seçime gidildiğini anımsatan Adar, “Bugün gelinen noktada ise Türkiye, siyasal partilerin aktif bir liderlik rolü oynaması ve toplumu ikna ve mobilize edebilmesi koşuluyla, demokrasinin yeniden inşasının mümkün olduğu bir eşikte durmakta. Yapısal yani gerçek anlamda demokratikleşmeye dair toplumda ciddi bir istek var. İçinden geçmekte olduğumuz bu dönem, Türkiye’nin demokratik bir geleceği inşa edebilmesi ihtimaline gebe tarihi bir an” dedi.
Sancılı süreç
Ancak Adar, bu süreçte belirleyici pek çok farklı faktör ve dinamiğin etkili olacağını söylerken, AKP ve ittifak içerisinde olduğu ortaklarının takınacağı tutum, atacakları adımlar kadar muhalefetin kararlılığı, stratejisi, gücü ve kapasitesinin de önemli bir rol oynayacağını vurguladı, “Sürecin her aşaması zor olacak” dedi.
Adar, demokrasinin yeniden inşasını sağlayacak sistem değişikliği için muhalefetin sadece cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasının yeterli olmayacağını, meclisteki çoğunluğu da sağlamak durumunda olduğunu söylerken, “Varsayalım ki muhalefet kazandı, geçiş sürecinin yönetilmesi büyük önem taşıyacak. Her şeyi bir kenara bırakın, ekonominin mevcut hali bile, geçiş dönemini çok ama çok zor kılacak. Dolayısıyla muhalefet partilerinin aslında bugünden, Türkiye’yi bekleyen zorlukları aşmanın ne kadar zor olacağı konusunda halkı hazırlaması gerekiyor” diye konuştu.