Avrupa Birliği (AB) yaptığı yeni bir düzenleme ile Belarus, Fas ve Türkiye gibi ülkelerin göçmenleri “silah”, “şantaj” ya da “siyasi baskı aracı” olarak kullanmasına karşı direncini güçlendirmeyi hedefliyor.
Ancak AB’nin bu amaçla hazırladığı ve “Araçsallaştırma Tüzüğü” olarak da adlandırılan hukuki düzenlemeyi onaylamaya hazırlanması, Avrupa’daki insan hakları örgütlerinin sert tepkisine yol açtı. Sivil toplum kuruluşları (STK), bu düzenlemenin Avrupa sığınma hukuku ve mevzuatını “temelinden dinamitleyebileceği” uyarısında bulunuyor.
AB ise sınırlarına göçmen akınını teşvik eden ülkelerin bu hamlelerini “Birliği istikrarsızlaştırmaya yönelik tehdit” ve “hibrit saldırılar” olarak nitelendirerek eleştirileri geri çeviriyor.
Bu konuda yaptıkları hemen her açıklamada “siyasi şantajlara boyun eğmeyecekleri” mesajını veren AB liderleri, diğer yandan Birliğin dış sınırlarından kaçak geçişleri önleyecek daha sıkı önlemler alıyor. AB, yeni hukuki düzenlemeyle de bu tür durumlarda çok daha hızlı hareket edilerek daha kapsamlı önlemlerin yaşama geçirilmesini sağlamayı umut ediyor.
Tüzük hangi gerekçelere dayandırılıyor?
“Göç ve İlticanın Araçsallaştırılması” adlı tüzüğün gerekçe bölümünde, AB ile sorun yaşayan bazı devletlerin artan bir şekilde, göç akımlarını siyasi amaçlar için bir araç olarak kullandıkları, ayrıca yapay göç akınları oluşturabildikleri, AB ve üye ülkeleri istikrarsızlaştırmayı amaçlayan bu adımların da endişe verici olduğu ifade ediliyor.
Mevcut düzenlemelerin “göçmenlerin araçsallaştırılması yoluyla AB’nin bütünlüğü ve güvenliğine yapılan saldırılara” yanıt vermekte yetersiz kaldığı vurgulanan tüzüğün, üye ülkelerin acil göç ve iltica yönetim süreçlerini uygulayabilmelerine imkan tanınacağı kaydediliyor.
Peki araçsallaştırma olup olmadığına kim, nasıl karar verecek?
Düzenlemeye göre, üye ülkeler belirli bir ülkenin göçmenleri araçsallaştırıldığını gündeme getirmesi halinde Avrupa Komisyonu konuyu inceleyerek öneri hazırlayacak, daha sonra da bu öneri AB Konseyi’nde oylamaya sunulacak. Önerinin kabülü için nitelikli çoğunluk yeterli olacak.
AB Dönem Başkanı Çekya, Avrupa Komisyonu tarafından 2021 yılının sonunda önerilen tüzüğün Aralık ayında üye ülkeler tarafından onaylanmasını sağlamayı hedefliyor.
AB üyelerine “ölümcül darbe” uyarısı
İnsan hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü ve Oxfam gibi 70’i aşkın sivil toplum kuruluşu ise imzaladıkları ortak bir açıklamayla, AB üyesi ülkelere bu tüzüğü onaylamamaları çağrısı yaptı.
Tüzüğün üye ülkelerin AB sığınma hukukunun öngördüğü sorumluluk ve yükümlülükleri süresiz olarak askıya almalarına kapı araladığına dikkat çekilen açıklamada, “Bu tüzüğün kabülü Avrupa Ortak İltica Sistemi’ne (CEAS) ölümcül bir darbe indirecektir” uyarısı yapıldı.
Avrupa Birliği Mülteciler ve Sürgünler Konseyi’nden (ECRE) Josephine Liebl, “hukuki düzenlemenin hukukun askıya alınabilmesini” düzenlediğini, üye ülkelere AB hukukundan sapma, iltica düzenlemelerini askıya alma, uygulamama izni verdiğini söylüyor.
“Hak ihlalleri için açık çek veriliyor”
AB’ye üye ülkelerin hükümetlerine tüzüğü onaylamama çağrısını yapanlar arasında Almanya’nın mültecilere destek veren en büyük sivil toplum örgütü PRO ASYLde yer alıyor.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan PRO ASYL’ün Avrupa Sorumlusu Karl Kopp, “Asıl bu tüzük, Avrupa’da hukukun üstünlüğüne açık bir saldırı girişimidir. Üye ülkelere, sınırlarında Avrupa sığınmacı hukukunu çiğneyebilmelerine açık bir çek veriliyor” dedi.
AB’nin sınırlarında yıllardı hukukun üstünlüğünün, insanlık onurunun yok sayıldığına, bunun sonucunda da sığınmacı hukukunun erozyona uğratıldığına işaret eden Kopp, “Ne yazık ki bu tüzükle, insanların sığınma hakkının ayaklar altına alınması yasal hale getirilmek isteniyor” görüşünü aktardı.
Dünyanın geri kalanına örnek olabilir
İnsan hakları savunucuları, iltica başvuralarının sınırda yapılmasını ve başvuruda bulunanların yine o bölgede tutulacak olmasına tepkili. Bunun Yunanistan’ın Türkiye sınırında yaptığı gibi yasadışı geri itmeleri daha da teşvik edebileceğine dikkat çekiyorlar.
Yine üye ülkelerin yapılan iltica başvurularını kaydetmek için dört haftaya kadar bekleyebilmesi, toplamda işlemler için öngörülen sürecin de 16 haftaya kadar uzatılması endişeleri artırıyor.
Hak savunucuları, bunun koruma talep eden kişilerin bu süre boyunca fiilen gözaltında tutulacakları anlamına geldiğine işaret ediyor, çocuklar, hamile kadınlar veya travma geçirmiş kişiler için herhangi bir istisna öngörülmemiş olunmasını da “kabul edilemez” buluyor.
Karl Kopp, Avrupa’da devletlerin belirli durumlarda uluslararası hukuka aykırı hareket edebilmesine imkan tanımanın da ağır sonuçlar doğurabileceği konusunda uyardı, diğer ülkelerin de bunu örnek alabileceğini, bunun sonucunda da küresel çapta sığınma haklarının baltalanabileceğini kaydetti.
“AB kurumlarına ihlal prosedürü başlatılmalı”
“AB sınırlarında, üye ülkelerin göçmenlere uyguladıkları vahşeti, tanık olduklarımızı tarif edebilecek kelimeleri bulmakta çok zorlanıyorum” diyen Kopp, şunları kaydetti:
“Hukuk devleti, insanlık onuru, insan hakları, bütün bunlar AB’nin temel değerleri. Ancak her gün bu değerler ihlal ediliyor. Aslında AB Komisyonu ve diğer kurumlara temel değerlerimizi çiğnedikleri gerekçesiyle, ihlal prosedürünün başlatılması gerekiyor.”
“Tabular yıkıldı”
PRO ASYL Avrupa Sorumlusu Kopp ayrıca, AB sınırlarında “araçsallaştırma” bahanesiyle Avrupa sığınmacı hukukunun askıya alınmasına imkan sağlayan tüzükten sürekli yararlanmak isteyebilecek ülkeler olduğuna da dikkat çekti.
Kopp, “Baltık ülkeleri, Polonya, Hırvatistan, Bulgaristan, Yunanistan, İspanya yani AB’nin tüm sınır hattı boyunca mülteciler için son derece toksik olan bu ‘araçsallaştırma’, ‘silah olarak kullanma’ tanımlarını kullanıyorlar. Şu anda ne yazık ki mültecilere karşı bir savaşa tanıklık ediyoruz. Tabular yıkıldı” diye konuştu.
AB özellikle 2015 yılından itibaren, Suriye iç savaşından kaçan Suriyelilerin Türkiye üzerinden Avrupa’ya akın etmesiyle patlak veren krizden bu yana, mültecilerin birlik topraklarına geçmeye çalışmasını önlemeye odaklanıyor.
Ülkelerinden kaçanları ağırlayan ülkelere verilen mali yardımlarla, mültecilerin bu ülkelerde kalmaya devam etmesi, kaçtıkları ülkelere yakın bölgelerde tutulmaları sağlanıyor.
“Her şey mübah”
Karl Kopp ise aynı zamanda Yunanistan’ın yaptığı gibi, sınırdaki yasa dışı geri itmeler yoluyla caydırıcı olunmaya çalışıldığını, AB’de buna üstü kapalı bir onay da olduğunu söylüyor.
Kopp, gelinen noktada mültecileri AB sınırları dışında tutacak her şeyin mübah görüldüğünü söylerken, şu değerlendirmeyi aktardı:
“Hukukun üstünlüğü deniyor. Ancak Polonya, Hırvatistan, İspanya ve Yunanistan’ın sınırlarda yaptıklarını, uyguladıkları şiddeti, nedense kimse hukukun üstünlüğü ile ilişkilendirmiyor. Neden? Çünkü mültecileri AB’den uzak tutttukları müddetçe sorun yok. Bu çok açık. Ayrıca Libya’da sığınmacı kamplarında korkunç acıları, işkence, tecavüzler yaşanıyor. Ama kaçmaya çalışanlar geri gönderiliyor. Neden? Çünkü onlara bunun için para veriyoruz. Pis işleri başkalarına da yaptırıyoruz. Çünkü üçüncü ülkeler AB’nin bekçiliğini yapıyor, yapmazlarsa da kızılıyor.”
AB’nin araçsallaştırma suçlamasının hedefindeki ülkeler
Avrupalı liderlerin göç krizini dış politika aracı olarak kullanmakta suçladığı, göçmenleri araçsallaştırdığı için tepki gösterdiği ülkeler arasında Rusya, Belarus ve Fas’ın yanı sıra Türkiye de yer alıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2020 yılında “kapıları açtık” diyerek Avrupa sınırına yeni bir göç akınının fitilini ateşlemesi, sadece Yunanistan ile değil, AB ile Türkiye arasında da büyük bir kriz yaşanmasına yol açmıştı.
2021 yılında Belarus Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko’nun ülkesi üzerinden AB’ye göçmen akınını teşvik etmesi, Fas’ın da bu yıl, İspanya ile yaşadığı sorunlar nedeniyle sınır kontrollerini kaldırması, mülteci krizinin araçsallaştırılmasına örnek olarak gösteriliyor.
Hafta sonunda Yunanistan, Meriç Nehri’ni geçen çok sayıda göçmenin dövülmesi ve çıplak bir şekilde tutulması sonrasında yaptığı açıklamada da yine Türkiye’yi “göçmenleri araçsallaştırmakla” suçlamıştı.