turkusanewspaper

1 Mayıs’tan seçime: İşçi önce demokrasi istiyor

Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı Türkiye, bu yıl da 1 Mayıs’ı hayat pahalılığının arttığı, çalışanların temek hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığı bir tabloyla karşılıyor. 1 Mayıs’ın bu yıl seçim dönemine denk gelmesi ise işçi sınıfının Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olan bugüne Türkiye’de ayrı bir anlam yüklüyor.

14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinde yaklaşık 16 milyon işçi sandığa gidecek.

Son yıllarda giderek derinleşen toplumsal ve ekonomik sorunların seçim sonuçlarında belirleyici olacağı değerlendirmeleri yapılıyor.

DW Türkçe’ye konuşan sendika temsilcileri ve uzmanlara göre AKP’nin 21 yıldır süren iktidarında bu sorunları en derinden yaşayan kesimler, alanlara öncelikle demokrasi talebiyle çıkacak. İşçi haklarıyla ilgili doğru bir mücadele düzlemine geçmek için iktidar değişikliği şart.

Serdaroğlu: Özgürlük istiyoruz

DW Türkçe’ye konuşan Birleşik Metal İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, “Türkiye demokrasisi çok tahrip oldu, tamamen yenilenecek bir demokrasiye ihtiyacımız var. Cumhuriyet ilkeleri çok tahrip edildi, laiklik çok tahrip edildi. Ülkenin ekonomik modeli birtakım inatlar uğruna dünyanın en kötü ekonomilerinden biri haline dönüştürüldü” diyor.

Vatandaşın çok zor şartlarda yaşamaya başladığını söyleyen Serdaroğlu, şöyle devam ediyor: “Bu nedenle biz özgürlük istiyoruz, demokrasi istiyoruz. Sendikal hakların uluslararası ölçütler içerisinde kullanılmasını istiyoruz. Taleplerimizin başında demokrasi ve işçi haklarının maksimum seviyeye taşınması geliyor.”

Sendikalaşma oranı yüzde 14’lere indi

AKP döneminin işçi hakları açısından en önemli özelliklerinden biri anti-sendikal politikalar oldu. Resmi verilere göre 2003’te yüzde 58 olan sendikalaşma oranı geçen yıl yüzde 14 seviyelerine geriledi.

Yaklaşık 2,3 milyon işçi kâğıt üzerinde sendikalı görünse de bu işçilerin sadece 1,5 milyonu Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yapabiliyor. Özel sektör işçilerinde ise sendikaya üye olup TİS’ten yararlananların oranı yüzde 6’larda kalıyor.

Bu dönemde milli güvenlik, genel sağlık gibi gerekçelerle toplamda 20 grev ise ertelendi.

DW Türkçe’ye konuşan Bağımsız Maden İş Sendikası Örgütlenme Uzmanı Başaran Aksu, AKP dönemi boyunca sendikal örgütlenmeyi imkânsız kılan pratikler yürütülürken, işçilerin neredeyse kendi güçleriyle direndikleri oranda hak alabildikleri görüşünde.

“Bu siyasi iktidardan kurtulmak lazım”

Bu hakları alamadıkları durumlarda da işçilerin sendikal örgütlenme nedeniyle işlerinden atıldığını söyleyen Aksu, Türkiye’nin dört bir tarafında, organize sanayi bölgelerinde, fabrikalarda, hizmet sektöründe, tarımda önemli direnişler olduğuna ve önemli mağduriyetler yaşandığına işaret ediyor.

Aksu, “Bu süreci hep beraber yaşadık ve işçi arkadaşlar bu süreci iyi gözlemlediler. Bu siyasi iktidardan kurtulmak lazım, birincisi bu. Önce bundan kurtulmamız lazım ki kendi örgütlerimize sahip çıkmanın yollarını arayacağımız bir düzlemi, güzergahı yaratabilelim” diye konuşuyor.

AKP iktidara geldikten hemen sonra 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 Sayılı İş Kanunu ile esnek çalışmanın önü açılırken çalışma süreleri belirsizleştirildi, güvencesiz çalışma yaygınlaştı.


AKP döneminde çıkartılan kanunlar ile güvencesiz çalışma yaygınlaştıFotoğraf: privat

Özel sektörde taşeron uygulamaları artarken kamuda taşeron işçi çalıştırmayı kolaylaştıran düzenlemeler yapıldı. 21 yıllık süreçte sözleşmeli memur sayısı da 100 bin civarlarından 550 bine kadar çıktı.

“Sınıfsal tercihler de oylanacak”

DW Türkçe’ye konuşan çalışma ekonomisi uzmanı Özgür Müftüoğlu’na göre AKP, iktidara geldiğinden bu yana sınıfsal tercihlerini net olarak ortaya koymuş ve tercihlerini sermaye kesiminin çıkarları doğrultusunda belirlemiş bir parti.

Müftüoğlu, “14 Mayıs’ta Türkiye’de aslında oylanacak olan AKP rejiminin kurduğu otokratik rejimin devam edip etmemesi üzerine olacak. Ancak burada sınıfsal tercihler de oylanacak” diyor.

AKP’nin iktidara geldikten hemen sonra açıkladığı Acil Eylem Planı’nda neoliberal yapısal uyum programının uygulanacağı sözünü verdiğini ve bu sözü tuttuğunu söyleyen Müftüoğlu, 4857 sayılı yasayla güvenceli çalışmanın ortadan kaldırıldığını, 5510 sayılı yasayla da sağlık sisteminin piyasalaştırıldığını vurguluyor.

Şeker fabrikaları, Sümerbank, Tekel gibi özelleştirmelerle kamu varlıklarının sermayeye aktarıldığına dikkat çeken Müftüoğlu, bireysel emeklilik sistemiyle de sosyal güvenlik hakkını yavaş yavaş piyasaya devreden bir yaklaşımın benimsendiğini ifade ediyor.

2008 yılında yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile emeklilik yaşı yükseltildi, emekli olmak zorlaştırıldı. Emekli aylığı hesaplama ve bağlama oranlarında yapılan değişiklikler sonucunda emekli aylıkları düşmeye başladı.

Tanımı gereği düşük ücret alan çalışanlar açısından en alt sınırı oluşturması gereken asgari ücret de ortalama ücret haline geldi. Türkiye’de asgari ücret toplam çalışanların yüzde 49’unu, özel sektörde çalışanların da yüzde 70’ini ilgilendiriyor. Bu yıl 8506 liraya çıkarılan asgari ücret, açlık sınırının altında bulunuyor.

“Depremde enkazı gördük”

Adnan Serdaroğlu’na göre Türkiye’de işçiler Cumhuriyet tarihi içerisindeki en kötü dönemi yaşıyor.

“Depremde devletin nasıl o enkazın altında kaldığını gördük” diyen Serdaroğlu, “O güzelim Kızılay’ı nasıl kendi çıkarları için darmadağın ettiklerini, ticari anlayışın, zihniyetin nasıl Kızılay’a yerleştirildiğini gördük. Yine biliyorsunuz TÜİK’e (Türkiye İstatistik Kurumu ) devletin bir kurumu olarak artık toplumun güveni kalmadı. TÜİK bugün Türkiye’de işçilerin yoksullaştırılmasının bir aparatı haline dönüştü. Bütün kurumların içi boşaltıldı. Kurumların mutlaka baştan sona yenilenmesi gerekiyor” diye ekliyor.

AKP döneminde özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilen 2018 yılından sonra iş gücünün büyümeden aldığı pay giderek azaldı. TÜİK verilerine göre 2022’de iş gücü ödemelerinin cari fiyatlarla gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) içerisindeki payı yüzde 26,5 ile son 11 yılın en düşük seviyesine kadar geriledi. Aynı dönemde işletmelerin aldığı pay yüzde 54,5’e yükseldi.

İşsizlik Sigortası Kanunu’nda da AKP döneminde çok sayıda değişiklik yapıldı ve bu değişiklikler esas olarak işverenlere aktarılacak teşvikler üzerine oldu. İşverene verilen teşvik ve destekler işsizlik ödeneğini aştı.

İş cinayetleri cezasız kaldı

Başaran Aksu’ya göre son dönemde ekonomide patronların kar hırsıyla servet biriktirdiği ve iktidarın da bu servetten pay aldığı bir mekanizma işliyor.


Amasra’daki maden faciasında 42 işçi yaşamını yitirdiFotoğraf: Can Bursalı/DW

“Bu toplumun işçilerinin, yoksullarının soyulması üzerine, onların çocuklarının geleceklerinin, birikimlerinin gasp edilmesi dayanan bir emek sömürü ilişkisi geliştirdiler” diyen Aksu, iş cinayetleri listesine her geçen gün yeni ölümler eklense de sorumluların hiçbirinin yargılanmadığını sözlerine ekliyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre AKP’nin ilk yılı olan 2003’te 811 işçi iş cinayeti ve meslek hastalıkları sonucu hayatını kaybederken bu sayı 2021 yılında 1429’a yükseldi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne göre ise 2022’de 1843 iş cinayeti gerçekleşti.

“Toplumsal destek azaldı, otoriterleşme arttı”

Türkiye’nin küresel hak ihlalleri endeksinde 148 ülke arasında çalışma koşulları en kötü olan 10 ülke içinde yer aldığına işaret eden Özgür Müftüoğlu da AKP’nin otoriterleşmeye başlamasıyla hedefine doğrudan işçi sınıfını aldığını düşünüyor: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın OHAL ilan edildikten sonra işverenlerle yaptığı konuşmalarda ‘grev de yasak, işte, daha ne istiyorsunuz’ gibi açıklamaları var.”

Müftüoğlu, AKP’nin 2011 seçimlerinden sonraki süreçte benimsediği neoliberal politikaların ortaya çıkarttığı sosyal sorunlar nedeniyle toplumsal desteğini kaybetmeye başladığı, bununla beraber otoriterleşmenin de arttığı görüşünde.

Millet İttifakı’nın mutabakat metninde de neoliberal politikaların benimsendiğinin görüldüğüne işaret eden Müftüoğlu, bu noktada işçi ve emekçilerin haklarını savunacak kesimlerin parlamentoya daha güçlü bir şekilde girmesinin TBMM içinde emekçiler lehine bir değişime neden olabileceğini vurguluyor.

Taksim yasağı devam ediyor

Öte yandan 1 Mayıs bu yıl da yasakların gölgesinde geçiyor. İstanbul’da Taksim yasağı devam ederken Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türkiye Diş Hekimleri Birliği (TDB) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) 1 Mayıs’ı geçen yıl olduğu gibi Maltepe’de kutluyor. Türk-İş ise bu yıl Adana’da olacaklarını duyurdu.


Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarına bu yıl da izin verilmiyorFotoğraf: Jason Dean/ZUMAPRESS/picture alliance

Başaran Aksu ise konfederasyonlar başka alanlara doğru gitseler de mücadeleci ve 1 Mayıs’ın anlamını bilen sendikalar ve emekçilerin Taksim’i dört bir koldan, yaratıcı eylemlerle zorlayacağını söylüyor: “Biz hiçbir izne, hiçbir yasal buyruğa uymadan, işçi sınıfının kendi ihtiyaçları ile hareket eden bir çizginin dün de geçerli olduğunu, yarın çok daha fazla geçerli olacağını düşünüyoruz.”

Taksim’de 1977’de 37 kişinin hayatını kaybettiği Kanlı 1 Mayıs’ın ardından 1978’de daha kalabalık bir 1 Mayıs kutlaması yapılmıştı. Ancak ardından sıkıyönetim koşulları geldi. 12 Eylül darbesiyle birlikte Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs etkinlikleri yasaklandı. 2007 yılında gözaltılara rağmen Taksim’e çıkıldı.

AKP hükümeti, 2010’da Taksim’i yeniden 1 Mayıs kutlamasına açtı. 1 Mayıs burada üç yıl üst üste coşkuyla ve hiçbir sorun yaşanmadan kutlansa da bu uzun sürmedi. 2013’ten itibaren yasaklar yeniden devreye girdi.

Adnan Serdaroğlu ise konfederasyon olarak 1 Mayıs’ı bu yıl Maltepe’de kutlayacak olsalar da Taksim yasağını hükümetin yasakçı zihniyetinin bir yansıması olarak gördüklerini ifade ediyor. “Taksim özgürleştirilmeden Türkiye’de işçi sınıfı özgürleşmez” diyen Serdaroğlu, ekliyor: “Biz Taksim yasağının kaldırılmasını, önümüzdeki dönem itibarıyla siyasi iktidar değişse de değişmese de önümüze koyacağız.”

“İktidara güçlü bir mesaj vereceğiz”

1 Mayıs’ta Türkiye’nin dört bir yanında iktidara güçlü mesajlar verileceğini dile getiren Serdaroğlu, bu yıl 1 Mayıs’ın seçimlere yönelik daha güçlü bir toplumsal muhalefetin ortaya konulması açısından önemli olduğunu söylüyor.

Serdaroğlu, şöyle devam ediyor: “Siyasi iktidara sen bugüne kadar beni ezdin, özgürlüklerimi kısıtladın, cebimdeki parayı çaldın, zenginleri daha zengin, yoksulları daha yoksul yaptın, emeklileri pazardan atık malzeme toplayacak hale getirdin gibi her türlü olumsuzluğu dile getirerek bunun karşılığında da biz 14 Mayıs’ta ülkeyi özgürleştirecek ve gerçekten de artık 21 yıllık ülke tahribatının, AKP tahribatının ortadan kaldırılacağı bir süreci de yaratacağımızı hem mesaj şeklinde hem görüntü şeklinde vereceğiz.”

Exit mobile version