Ortadoğu’da eş zamanlı olarak tırmandırılan gerilimlerin kontrolden çıkabileceği, bölgedeki savaşların daha geniş bir alana yayılabileceği endişesi artıyor. Hatta kimi siyasi gözlemciler, 3. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyebilecek riskler konusunda uyarıyor. PKK’ya karşı Kuzey Irak ve Suriye’de mücadele eden Türkiye de Pençe Kilit operasyonundaki kayıpları nedeniyle diken üstünde.
Heinrich Böll Vakfı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Direktörü Bente Scheller, “tehlikeli tırmanış” olarak nitelendirdiği gelişmelerin kaotik bir boyuta doğru evrilmekte olduğuna işaret ediyor.
Scheller’e göre, tırmanan gerilimin merkezinde “Hamas’ın 7 Ekim vahşeti ve bunu izleyen Gazze savaşı” yer alıyor. Ancak Alman uzman, bölgedeki bazı aktörlerin bu savaşı kendi askeri hedeflerine ulaşmak için bahane olarak kullandıklarını, yine diğer bazı aktörlerin de tüm dikkatlerin Gazze’ye çevrildiği bir esnada kendi amaçlarına ulaşmak için harekete geçtiklerini söylüyor.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Scheller, “Suriye’nin kuzeybatısı Rusya ve Esad’ın önceki aylarda hiç olmadığı kadar çok yoğun saldırılarına hedef oluyor. Türkiye, Suriye’nin kuzeyi ve Irak’taki Kürt hedeflerini bombalama girişimlerini yoğunlaştırdı, karşı taraftan da yine benzer saldırılar oluyor. Husiler uluslararası nakliye güzergahına saldırılar düzenliyor ve tabii ki pek çok cephede İran yer alıyor. Gittikçe büyüyen kaotik tırmanış çok tehlikeli bir sürece evriliyor. Çünkü gerilimin düştüğü bazı ihtilafların yeniden aktif cephelere dönüştüğüne tanıklık ediyoruz. Ayrıca bölgedeki pek çok ihtilaf kısmen birbiriyle ilişkili. Ve hepsi birden aynı anda kontrolden çıkabilir” diye uyardı.
Kontrolden çıkmasından endişe edilen ihtilafların başında İran-İsrail gerilimi yer alıyor. Ortadoğu uzmanı Bente Scheller, İran devrim muhafızlarının Irak ve Suriye’deki son füze saldırılarının, İsrail ile İran arasında “dolaylı gerilim tırmandırma” mücadelesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşünde
İran füze saldırılarıyla hangi mesajları veriyor?
Son dönemde İran’ın üst düzey askeri yetkilileri ve yine Tahran tarafından desteklenen Hizbullah’ın üst düzey komutanlarının hedef alındığını hatırlatan Scheller’e göre İran, Suriye ve Irak saldırılarıyla üç şey amaçladı.
Scheller, “Öncelikle güç gösterisinde bulundu. Gerekli gördüğü takdirde de gerilimi tırmandırmaktan çekinmedikleri mesajını verdi. Ama İsrail’e nispeten uzakta, Suriye ve Irak’taki hedefleri vurarak da doğrudan bir tırmanış istemedikleri mesajını vermiş oldu. Çünkü İran bu aşamada İsrail ile karşı karşıya gelmeyi göze alamaz” görüşünü aktardı.
İran’ın Suriye ve Irak’ı hedef alan saldırılarının yankıları sürerken dün de Pakistan topraklarını füze ve SİHA (silahlı insansız hava aracı) saldırılarıyla hedef alması, bölgedeki tansiyonu daha da yükseltti.
İran ordusu Pakistan’a yönelik saldırıda silahlı Ceyş el Adl örgütünün iki üssünün hedef alındığını savundu, Pakistan hükümeti de “yasa dışı” olarak nitelendirdiği, iki çocuğun ölümüne, üç çocuğun yaralanmasına yol açan saldırıları şiddetle kınadığını duyurdu. Pakistan Dışişleri Bakanlığının açıklamasında “Pakistan’ın egemenliğinin bu şekilde ihlal edilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez ve ciddi sonuçlar doğurabilir” ifadeleri yer aldı.
“Batılılar İsrail’i durduramıyor”
Gelişmeleri DW Türkçe’ye değerlendiren Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı Dr. Salim Çevik’e göre ateşin bütün bölgeye yayılma riski var.
İsrail’in gittikçe İran’ı köşeye sıkıştırmakta olduğunu, İran’ın artan saldırgan tutumunun gerisinde bunun yattığını söyleyen Çevik, “Bölgede tansiyonu düşürebilecek tek güç ABD. Ama Batı, 7 Ekim’den sonra İsrail’e verdikleri açık çeki geri alamıyor.İsrail’i durduramıyorlar. Baştan kırmızı çizgileri belirlemesi gereken Batılıların İsrail’i dizginleme yeteneklerinin olmadığı görülüyor” dedi.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla başlayan Gazze savaşına kadar bölgede İsrail ile Arap ülkeleri arasında yürütülen barış sürecinden İran’ın büyük ölçüde dışlandığını söyleyen Çevik, “Bir ana aktörü dışarda bırakırsanız o zaman o aktör agresifleşir” diyerek şunları kaydetti:
“7 Ekim’den sonra İsrail açık çeki hazır alınca, İran’ı da aradan çıkarmaya yöneldi. Aslında ABD dahil neredeyse herkes bu savaşı sınırlı tutmak istiyor. Ancak açık çeki almışken İsrail için ‘İran’ı da köşeye sıkıştıralım ve müttefiklerini temizleyelim’ fırsatı doğmuş oldu. İran ise Suriye ve Irak saldırılarıyla da ‘yeter artık üstüme gelmeyin, üstüme gelirseniz benim de yapabileceklerim var canınızı acıtırım’ demiş oldu.”
“Nükleer program krizi tırmanabilir”
ABD’nin saygın düşünce kuruluşlarından Alman Marshall Fonu’nun Başkan Yardımcısı Ian Lesser ise İran’a yönelik sertleşen tutumun İsrail ile sınırlı olmadığını düşünüyor. Lesser, “Ortadoğu’da olağanüstü kaotik bir stratejik ortamla karşı karşıyayız. Bu ortam, kısmen uzun süredir çözülmeyen ihtilafların, kısmen de yeni dinamiklerin bir ürünü ve bunlar daha da tırmanma potansiyeline sahip” diyerek İran’ın nükleer programına işaret etti.
İran nükleer zenginleştirme faaliyetlerinin oldukça hızlı bir şekilde devam etmekte olduğunu söyleyen Lesser, önemli bir kriz noktasına gelinebileceğine dikkat çekti. Lesser, “Ve bu kriz de terör riskinin arttığı, İran adına bölgede vekalet savaşı yürütenlerin faaliyetlerini böyle bir nükleer şemsiye altında yürüttüğü bir dönem olacaktır. Şu anda Gazze’den Kızıldeniz’e kadar ortada birçok cephede gördüğümüz durum bu endişeyi güçlendirmekte” görüşünü aktardı.
Lesser’e göre İran ile gerilim tırmandıkça ve “gerilimi tırmandırma” potansiyeli arttıkça Batılı müttefiklerinin dikkatlerini Türkiye’ye ve bu süreçte izleyeceği politikalara çevirecek. Amerikalı uzman, Türkiye’nin hem Ortadoğu hem de Doğu Akdeniz’deki bir çok denklemin önemli bir paydaşı olduğunu, yaptıkları kadar verdiği mesajların da önem taşıdığını vurgularken İran konusunda Batılı müttefikleri ile Türkiye arasında yaptırımlar gibi konularda görüş ayrılıkları olsa da aslında tarafların İran’ın nükleer hırsları ve bölgede desteklediği vekillerin kullanmasının frenleme konusunda ortak çıkarlara sahip olduklarına dikkat çekti.
“Türkiye taraf olmamalı”
CATS uzmanı Salim Çevik ise ABD ile İsrail’in İran ile daha bölgesel büyük bir sıcak çatışma riskinin mevcut olduğunu, Türkiye’nin kesinlikle böyle bir sürece taraf olmaması gerektiği görüşünde.
Türkiye ile İran arasındaki sorunların zaten son birkaç yılda derinleşmekte olduğunu, her iki ülkenin Suriye ve Irak’ta rekabet halinde olduklarına işaret eden Çevik, “Ama İsrail’den farklı olarak İran, Türkiye için hasım değil, rakip. Ve Türkiye, İran ile rekabeti kontrollü tutuyor, bunun çatışmaya evrilmemesine dikkat ediyor, İran’ı düşmanlaştırmıyor. Ben her iki ülkenin sıcak çatışmaya girmeyecek kadar tecrübeli olduklarını düşünüyorum. Teorik olarak bir risk var ama her iki taraf bu risklerin farkında” dedi.
Ortadoğu’da tansiyon yükselirken Türkiye’nin gündeminde ise Pençe Kilit operasyonu bölgesindeki PKK saldırıları ve bu saldırılarda hayatını kaybeden Türk askerleri var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün “Türkiye’nin Irak ve Suriye’de terör yuvalarının tamamını darmadağın etmeden durmayacağını, önümüzdeki aylarda yeni adımlar atılacağını” söyledi.
GMF Başkan Yardımıcı Ian Lesser, “Aslında ortada acı bir ironik durum var. Türkiye sınırlarını çevreleyen bölgelerde sınır ötesi terör konusunda anlaşılabilir endişeler sahipken Gazze ve İsrail arasındaki sınır ötesi terör konusunda bambaşka bir tutum takınıyor” değerlendirmesini aktardı.
“Türkiye kendi sorunlarını dış güçlere havale ediyor”
CATS uzmanı Salim Çevik ise Ortadoğu’da Filistin ve Kürt sorunu gibi ihtilaflar çözülmeden istikrar sağlanamayacağı görüşünde.
Türkiye’nin Kürt sorunun varlığını kabul etmeyip kendi sorunlarını dış güçlere havale etme gibi bir alışkanlığı olduğunu savunan Çevik, Türkiye’nin PKK ile mücadelesini toprakları dışında yürütme stratejisinin büyük ölçüde başarılı olduğunu söylemekle birlikte şunları kaydetti:
“Bu stratejinin bir açmazı var. Çünkü Türkiye, Irak’ta güneye doğru ilerliyor, PKK’yı bir nevi ‘kendi sahasında’ kovalıyor. Kazanımı, PKK’nın Türkiye’ye gelemiyor oluşu. Ama PKK kaçarken de karşı saldırılarla Türkiye’nin stratejisine zarar veriyor. Bu strateji kaçınılmaz olarak şehit verilmesine yol açıyor. Hiçbir kayıp vermeyeceğin hep düşmanın öleceği bir savaş yok. ‘Şehit gelmesin’ diyorsanız siyasi çözüme yönelmeniz gerekiyor. Ama barış süreci deyince de vatan haini oluyor, düşmanlaştırılıyorsunuz. ‘Hem hiç şehit gelmesin hem barış süreci olmasın’ da diyemezsiniz.”
Peki Ortadoğu’da tansiyon nasıl düşürülecek?
Batılı uzmanlar Ortadoğu genelinde eş zamanlı tırmanan ihtilafların bölgesel bir savaşın fitilini ateşlememesi için diplomasiye ağırlık verilmesi gerektiğini savunuyor.
Heinrich Böll Vakfı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Direktörü Bente Scheller, “ABD, Yemen’e hava saldırısıyla dünya barışı, dünya ticaret yollarına yönelik tehditlere karşı eyleme geçmeye hazır olduğunu gösterdi. Ancak salt askeri yollardan tırmanışın önlenebileceği gerçekçi bir yaklaşım değil” görüşünü savundu.
“Her ne kadar Ortadoğu’daki pek çok lider kendi çıkarları için Gazze’yi araçsallaştırıyor olsa da bu ihtilaf kutuplaşmayı tırmandırıyor. Bu nedenle diplomatik çabaların yoğunlaştırarak güçlendirilmesi gerekiyor” diyen Scheller değerlendirmesini şöyle tamamladı:
“Gazze’deki vahim insani durum ve ihtilafın adil bir şekilde çözüme kavuşturulması gerekliliği ABD ve Avrupa’nın siyasi desteğini gerekli kılıyor. Ancak bölgedeki ülkelerin de sürdürülebilir bir çözümü bulmaya ve bunun muhafazasını sağlamaya katkı sunmaları gerekiyor. Şu anda eleştirilerin dile getirilmesi, çifte standartlardan söz edilmesi çok kolay. Bu nedenle onlara ‘Sürdürebilir bir çözüm için ne yapardınız? Ve bunun için ne yapmaya hazırsınız?’ sorularının yöneltilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
DW Türkçe’ye sansürsüz nasıl erişebilirim?