Vakıf üniversitelerine “şirket gibi yönetiliyor” suçlaması
Beykent Üniversitesi Öğretim Görevlisi Merve Biçer Yumak, kalp rahatsızlığı sonucu geçtiğimiz haftalarda hayatını kaybetmiş, Yumak’ın ölümünden …
Beykent Üniversitesi Öğretim Görevlisi Merve Biçer Yumak, kalp rahatsızlığı sonucu geçtiğimiz haftalarda hayatını kaybetmiş, Yumak’ın ölümünden bir hafta önce sağlık raporuna rağmen üniversite giriş-çıkışlarının kontrol edilerek kendisinden savunma istendiği basına yansımıştı.
Vakıf üniversitelerindeki çalışma koşulları, Yumak’ın ölümünden sonra bir kez daha gündeme geldi.
İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde siyaset bilimi bölümünde görev yapan araştırma görevlisi, lisansüstü bir öğrenci olarak maddi kaynak arayışındayken çalıştığı bölüme nasıl başvurduğunu DW Türkçe’ye şöyle anlatıyor:
“ODTÜ mezunuyum. ODTÜ’den sonra akvaryumdan çıkmış balığa döndüm. Eğitim kalitesi ve haklar konusunda beklentilerim düşüktü. Çalışma koşulları beklediğimden iyi çıktı ama kurduğumuz ilişkiler sorunlu. Dekan beni kişisel asistanı gibi kullandı. Küfrettiği oldu.”
28 yaşındaki akademisyene göre, vakıf üniversitelerini devlet üniversitelerinden ayıran en önemli hususlardan biri “senelik sözleşme sopası”. Yani akademisyenlerin üniversite yönetimleri tarafından gözden kolay çıkarılabilmesi. Sözleşmelerin senelik yapılması nedeniyle güvencesizlik sorununa dikkat çeken genç araştırma görevlisi, “Akademisyen süreli sözleşme ile çalıştırılamaz. Hastane duvarı yapan işçi değiliz, ‘İşimizi yaptık bitti’ olmuyor. Kamu görevlisiyiz” diyor.
“Üniversite kasasından vakfın sahibine para gittiğini duyuyoruz”
Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 28’inci maddesinde, “Vakıflar kendilerine kazanç sağlamak amacı ile yükseköğretim kurumu kuramazlar. Kurmuş oldukları yükseköğretim kurumundan herhangi bir surette gelir, kazanç ve hak elde edemezler” ifadeleri yer alıyor. Ancak araştırma görevlisi, vakıf üniversitelerinin kâr etmemeleri gerekmesine karşın özel şirket gibi yönetildikleri kanaatinde:
“Üniversite patronları bu kurumları eğitim aşkıyla kurmuyor. Bizim üniversitenin kasasından vakfın sahibine para gittiğini duyuyoruz. Kâr eden şirketler bunlar. Mobbingin de haddi hesabı olmuyor, çünkü güçlerini buradan alıyorlar.”
Vakıf üniversitelerinde akademik özgürlüğün ise patronlarının siyasi ilişkilerine göre şekillendiğini savunan araştırma görevlisi, “Örneğin, iktidardan kendisini ayrıştırabiliyorsa alternatif etkinlik yapılabilir. Patron insafına kalıyor, sorun da bu zaten. Öte yandan, her konuda son sözü üniversite yönetimi değil, mütevelli heyeti söylüyor” diyor.
Vakıf üniversitelerinde güvencesizliğin yanı sıra maaşlar da sorun. Yükseköğretim Kurumu (YÖK), bazı vakıf üniversitelerindeki akademisyen maaşları ve işten çıkarılmalarla ilgili şikayetler üzerine soruşturma başlatmıştı. Bu soruşturmaların ardından YÖK Kanunu’na “Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret verilemez” hükmü eklendi ve yeni kanun Nisan 2020’de yürürlüğe girdi. YÖK, Nisan ayında yaptığı açıklamada ise personel ücretlerinin mevzuata uygun belirlenmediği ve maaşlara zam yansıtılmaması üzerine dokuz vakıf üniversitesinde inceleme başlatıldığını duyurmuştu.
Mevzuata göre vakıf üniversiteleri de devlet üniversiteleri gibi eğitim öğretim ile idari, mali, ekonomik konularda YÖK gözetim ve denetimine tabi bulunuyor.
“Tehditlerle varlığımızı sürdürmeye çalıştık”
Ekinsu Devrim Danış, Nişantaşı Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde dört seneyi aşkın süredir araştırma görevlisi olarak çalışırken Mart ayında işten çıkarılan 32 öğretim elemanından biri. 29 yaşındaki sosyolog, YÖK Kanunu’ndaki değişiklikten sonra iki sene boyunca maaşlarının düzeltilmesi için üniversite yönetimi ile görüşmeler yaptıklarını ancak bu görüşmelerin sonuç vermediğini anlatıyor:
“Genel sekreterle, dekanla, yöneticilerle aldığımız toplantılarda bize, ‘YÖK üniversitemize geliyor, çeşitli denetimlerde bulunuyor ama şu zamana kadar aldığınız ücretten kaynaklı bir sorun yaşamadık. Size bu sene sıfır zam yapacağız’ denildi. Dilekçe yazdık ama fakülte sekreterliği dilekçelerimizi almadı.”
Danış, Rektör Yardımcısı’na neden işten çıkarıldıklarını sormak üzere toplandıkları eylemde üniversite yönetiminin hakaret ettikleri gerekçesiyle akademisyenler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu da aktarıyor.
Nişantaşı Üniversitesi, işten çıkarmalar ve akademisyenlerle üniversitede yaşanan gerginliklerin ardından yaptığı açıklamada, üniversitenin YÖK Kanunu’na uygun şekilde hukuki bir süreç yönettiğini, alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemi olarak arabuluculuk yoluna başvurulduğunu vurgulamıştı. Açıklamada, iş akdi ile ilgili yapılan görüşmelerde akademik personelin her türlü haklarının eksiksiz ödeneceğinin bildirildiği de ifade edilmişti.
“Her vakıf üniversitesinde işleyiş farklı”
Vakıf Üniversiteleri Dayanışma Meclisi (VÜDAM) Üyesi Danış, her vakıf üniversitesinde işleyişin bir olmadığını da ekliyor. Çalışma koşullarının üniversiteden üniversiteye değiştiğini söylüyor:
“Elbette her vakıf üniversitesinin farklı dinamikleri var. Örneğin, Koç, Sabancı gibi büyük sermaye gruplarının yönettiği üniversitelerde performans sistemi baskı mekanizması olarak kullanılıyor. Ayrıca lisansüstü öğrenciler burs ya da yurt hakkı karşılığında belli bir saati doldurarak hafta içinde birçok akademik olmayan işleri üstleniyorlar.”
2020 yılından bu yana faaliyet gösteren VÜDAM üyesi Danış, yaşadıkları sorunların Türkiye’de bütün yükseköğretim kurumlarında yaşanan akademik yozlaşmanın bir parçası olduğunu düşünüyor. Devlet üniversitelerinden farklı olarak sürekli işten çıkarılma kaygısıyla çalışmak zorunda kaldıklarını belirten Danış, “Tehdit edilerek, parmak sallanarak buralarda varlığımızı sürdürmeye çalıştık” diyor.
“Yarı zamanlı hocalar yemekhanede yemek yiyemiyor”
İstanbul’da iki ayrı vakıf üniversitesinde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapan Zeynep* ise devlet üniversitelerinde kadrolaşma sorunu olduğu için vakıf üniversitelerine yöneldiğini ifade ediyor. En büyük problemlerden birinin, ders saati başına ödenen düşük ücretler olduğunu söylüyor. Maaşlarının devlette verilen maaşlarla eşitlenmesi gerektiğine, ancak bu eşitleme yapılsa dahi en alt düzeyde yapıldığına ve devlet üniversitelerindeki gibi prim alamadıklarına da dikkat çekiyor:
“Sigortamız da buna göre yatıyor. Bizim sözleşmelerimiz senelik de değil, dönemlik. Düzenli zam yok. Haftada iki saat ders veriyorsanız yemekhanede yemek yiyemiyorsunuz. Aşağılayıcı bir sistem tabii. Okullar yarı zamanlı hocaların sırtından geçiniyor. ‘İki saat ders verip çıkıyorsun’ deniliyor ama bunun hazırlığı, notlaması var. Bazı derslerde asistan olmuyor, ders yükü fazla oluyor.”
Vakıf üniversitesi öğretim elemanları atamaları, Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 23’üncü maddesinde düzenleniyor. Söz konusu maddede, “Öğretim elemanlarının atamalarında, devlet yükseköğretim kurumlarındaki atamalarda aranan şartlara ilaveten vakıf yükseköğretim kurumunun akademik yönden gerekli gördüğü şartlar da aranabilir” deniliyor. Ayrıca akademik ve idari personelin çalışma esaslarının devlet üniversiteleri için öngörülen hükümlere tabi olduğu da belirtiliyor.
Eğitim-Sen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şube Başkanı Beyzade Sayın, kanunlara rağmen yaşanan sorunların üniversitelerin şirket olarak görülmesine bağlıyor. “Yasaya aykırı olarak esnek ve güvencesiz çalışmayı kural olarak uyguluyor. Çalışanları köle, öğrencileri müşteri olarak tanımlıyor. Devlet ve vakıf üniversitesinde çalışan öğretim elamanları arasında herhangi bir ayrım olmamasına rağmen akademik ve idari personele düşük ücret, mobbing, işten çıkarma uygulanıyor” diyen Sayın’a göre, yasalara uymayan vakıf üniversiteleri kamulaştırılmalı.
* İsmi güvenlik sebebiyle değiştirilmiştir.