Türkiye’nin iklim hedefleri yeterli mi?
İklim değişikliği ile mücadele fosil yakıt tüketiminin azaltılmasından geçiyor. Türkiye’de ise karbondioksit emisyonları 2030’a kadar en az yüzde 30 artacak. Resmi planlamalarda iklim açısından köklü bir değişiklik yok.
Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28’inci Taraflar Konferansı (COP28) 30 Kasım-12 Aralık tarihlerinde Dubai’de düzenlenecek.
COP28, 2015’te kabul edilip 4 Kasım 2016’da yürürlüğe giren Paris Anlaşması’ndaki hedeflere ulaşmada kolektif olarak hangi noktalarda ilerleme kaydedildiği ve kaydedilmediğinin envanteri olan ilk Küresel Durum Değerlendirmesi’nin (Global Stocktake) sonuçlandırılacağı iklim zirvesi olacak.
Paris İklim Anlaşması’yla devletler küresel emisyonların 2050 yılına kadar net sıfırlanması konusunda ortaklaştı. Türkiye de anlaşmayı beş yıl gecikmeyle 2021 yılında onayladı. Anlaşma kapsamında Türkiye’nin verdiği taahhüt 2053’te karbon nötr hale gelmek.
Peki Türkiye’nin iklim karnesine göre bu taahhüdün yerine getirilmesi mümkün mü?
Enerji kaynaklı emisyonda ilk sırada
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2022’de yayımlanan altıncı değerlendirme raporunda, Türkiye’nin Avrupa’daki ülkeler içinde olağanüstü (ekstrem) hava olaylarının etkilerini en fazla hisseden ülkeler arasında olduğu yer alıyor.
Dünyadaki karbondioksit emisyonlarının ülkelere göre dağılımını gösteren Global Carbon Atlas’a göre Türkiye, 2021’de 446 milyon metrik ton ile en çok salım yapan ülkeler arasında 13’üncü sırada bulunuyor.
Climate Transparency’e göre ise Türkiye’de enerji kaynaklı karbondioksit emisyonları 2020’den 2021 yılına yüzde 7,2 artış gösterdi. Türkiye bu artış oranıyla dünyada ilk sırada yer aldı.
Türkiye, geçen sene Mısır’da düzenlenen 27’nci İklim Zirvesi’nde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteryası’na sunduğu Ulusal Katkı Beyanı’nda (NDC, Nationally Determined Contribution) iklim hedefini güncellemiş, 2030’a kadar artıştan yüzde 41 azaltım hedeflediğini ve iklim eylemleri ile emisyonlarını 700 MtCO2e (milyon ton karbondioksit eşdeğeri) ile sınırlayacağını açıklamıştı. Bu artıştan azaltım hedefi, aslında emisyonların 2030’a kadar yüzde 30’dan fazla artması anlamına geliyor.
Katısöz: İklim açısından köklü bir değişiklik yok
DW Türkçe’ye konuşan Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü Özlem Katısöz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2021 yılında Paris İklim Anlaşması’na Türkiye’nin taraf olacağını açıklarken, Türkiye’nin 2053 net sıfır emisyon vizyonuna giden yolu “Yatırım, üretim, istihdam politikalarında köklü değişikliğe yol açacak bir süreç” olarak tanımladığına işaret ediyor.
Katısöz, bu söyleme rağmen ekonomi ve kalkınmaya yönelik Türkiye’nin geleceğine yön vermesi beklenen, 2023-2035 Ulusal Enerji Planı, 2024-2026 Orta Vadeli Program ya da 2024-2028 12’nci Beş Yıllık Kalkınma Planı gibi kamu belgelerinde iklim ve enerji açısından köklü bir değişiklik perspektifi görülmediğini söylüyor.
Türkiye’nin 2053 net sıfır vizyonuna giden yolda doğru noktada olup olmadığının en önemli göstergesinin 2030 iklim hedefleri olduğunu vurgulayan Katısöz, “Maalesef Türkiye’nin 2030 iklim hedefi, iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarını 2030’a kadar yüzde 30 oranında artırmayı öngörüyor. 2053 net sıfır vizyonuna uyumlu bir hedef, emisyonları bugünden itibaren azaltmayı öngören ‘mutlak emisyon azaltımı’ hedefidir” diyor.
DW Türkçe’ye konuşan TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz da Türkiye’de fosil yakıt tüketimini azaltacak somut bir program olmadığını söylüyor. Ulusal Enerji Planı’nda böyle bir öngörü olmadığını belirten Türkyılmaz, geçen yıl Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bünyesinde kurulan İklim Değişikliği Başkanlığı’nın da kendi yetkisiyle bu konuda ne kadar adım atabileceğinin belirsiz olduğunun altını çiziyor.
Kömüre dayalı kurulu güç artacak
Türkiye’de geçen yıl 1,3 GW kurulu gücünde yeni bir ithal kömür santrali devreye alındı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın hazırladığı Ulusal Enerji Planı’na göre 2030 yılına kadar 1,7 GW yerli kömür santralının sisteme dahil olması, 2030 ve 2035 yılları arasında ise 1,5 GW daha kömür kurulu gücünün devreye alınması (ve sadece 0,7 GW kömürlü santralın devreden çıkması) öngörülüyor. Böylece, 2023-2035 döneminde, 3,2 GW kömür yakıtlı santral daha kurularak kömüre dayalı kurulu güç azaltmak bir yana yüzde 11,4 artırılacak.
Ulusal Enerji Planı’na göre karasal rüzgar enerjisi santrallerinin (RES) kurulu gücünün, 2035’e kadar 24,6 GW’a ulaşması hedeflenirken, bu hedef 2035’te karasal RES potansiyelinin ancak yarısının değerlendirileceği anlamına geliyor. Deniz üstü RES’te ise 5 bin MW kurulu güç hedefi, 75-80 GW tahmin edilen kapasitenin yüzde 6’sına denk geliyor. Güneş enerjisi santrallerinin (GES) kurulu gücünün 52,9 GW’a çıkarılması hedefi de potansiyelin yalnızca beşte biri.
Özlem Katısöz, Ulusal Enerji Planı’nın zayıf da olsa karbonsuzlaşma sinyali verdiğini, güçlü bir güneş hedefi sunarken, yetersiz bir rüzgar hedefi ile yenilenebilir kaynaklara dayalı dönüşüm perspektifini zayıflattığını aktarıyor.
Nükleer santraller ana eksende
Planda yer alan yeni kömür santrali kurulacağı öngörüsünü de gerçekçi bulmayan Katısöz, ekliyor: “Planın belki de en korkutucu tarafı, karbonsuzlaşma eksenini nükleer santrallere oturtması. En pahalı ve kirli elektrik üretme yöntemi olan nükleer santraller, Türkiye’nin 2035 enerji ufkunda hâkim kaynak olarak konumlanıyor.”
Enerji Bakanlığı, net sıfır karbon salımın hedeflendiği ilan edilen 2053 yılında yenilenebilir kaynakların payının yüzde 50, nükleer enerjinin payının yüzde 29,3, fosil yakıtların payının yüzde 20,8 olacağını öngörüyor. Bakanlığın öngörüsüne göre 4,8 GW kurulu güçteki Akkuyu Nükleer Güç Santralı’na (NGS) ek olarak, 2035’e kadar 2,4 GW nükleer gücün daha devreye alınması planlıyor. Plan kapsamında 2053 yılına kadar ise 42 GW kapasitede NGS kurulması hedefleniyor.
Peki Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması kapsamında verdiği taahhüdün söylemden eyleme dönüşebilmesi için ne gibi politikaları devreye alması gerekiyor?
“Yüzde 35 mutlak emisyon azaltımı mümkün”
Özlem Katısöz’e göre Türkiye’nin, 2053’te net sıfır hedefine ulaşabilmesi için 2020 yılına kıyasla 2030’a kadar en az yüzde 35 mutlak emisyon azaltımı hedeflemesi gerekiyor.
Tutarlı ve gerçekçi bir planla bu oranda bir emisyon azaltımının gerçekleştirilebileceğini vurgulayan Katısöz, “Bunun için 2030’a kadarki süre içinde hazırlık yapılmalı ve elektrik üretiminde kömürün terk edilmesi başta olmak üzere ulaşım, sanayi ve binalarda çeşitli önlemler hayata geçirilmeli” diyor.
Yüzde 35 mutlak emisyon azaltımı için elektrik üretiminde kömürden tamamen çıkılması ve yenilenebilir enerji kaynakların payının yüzde 75’e çıkarılması gerektiğini belirten Katısöz, diğer adımları, “Ulaşımda elektrikli araç sayısının toplam araç sayısı içerisindeki oranının binek araçlarda yüzde 20’ye, toplu ulaşım ve yük taşıma araçlarında yüzde 10’a çıkarılması; demiryolu yatırımlarının artırılarak bireysel araç kullanımında yüzde 5, toplu ulaştırma ve yük taşımacılığında yüzde 10 oranında raylı sisteme geçiş yönünde tercih değişikliği sağlanması; sanayide veya hizmet sektöründe gaz yerine, tarımda petrol yerine elektrik enerjisinin kullanılması, doğrudan yenilenebilir enerji kullanımının artırılması; binalarda ısınma amaçlı kömür ve sıvı fosil yakıt (mazot vb) kullanımının sonlandırılması ve büyük ölçüde elektrikle ısınmaya geçilmesi” şeklinde sıralıyor.
Türkyılmaz: Her bir bina yeni bir enerji canavarı
Oğuz Türkyılmaz’a göre iklim değişikliği ile mücadele için öncelikle muhalif muvafık ayrımı yapmadan, bu konudaki uzman kadrolar bir araya getirilip ulusal bir danışma meclisi kurulmalı.
Türkiye’de öncelikle fosil yakıt tüketiminin azaltılması için adımlara ihtiyaç olduğunu vurgulayan Türkyılmaz, kömür santrallerinden başlayarak elektrik üretiminde fosil yakıtların payının düşürülmesi ve bunun yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının devreye alınması gerektiğini söylüyor.
Oğuz Türkyılmaz, elektrik üretiminde yüksek bir potansiyeli olan güneş ve rüzgar enerjisinin yeterince değerlendirilmediğini, Ulusal Enerji Planı’ndaki hedeflerin de oldukça düşük olduğunu belirterek kapasiteye ilişkin 2000’lerin başında yapılan ölçümlerin de yeniden yapılarak güncellenmesi gerektiğine işaret ediyor.
Türkiye’nin ithal ettiği petrolün ise yüzde 2’sinin şehir içi ulaşımda kullanıldığına dikkat çeken Türkyılmaz, demiryolu projelerinin gözden geçirilip rehabilite edilmesi halinde trafikteki araç sayısı azaltılarak fosil yakıt tüketiminden tasarruf sağlanacağını aktarıyor.
Öte yandan konutlar güneş mimarisine göre yapıldığı takdirde ısınmak için daha az doğal gaz kullanılacağını ifade eden Türkyılmaz, “Güneşten ısınmayı teşvik edersiniz, güneşten sıcak su elde etmeyi teşvik edersiniz, hatta zorunlu hale getirirsiniz. Ama TOKİ’nin yapılan binalarında bile bu kurgular söz konusu değil. Yani her bir bina yeni bir enerji tüketim canavarı haline dönüşüyor. Ancak bütün bu önlemleri bir arada içerebilecek bir paket, bir tasarı hazırlayabilirsiniz. Bu da ortak akılla olur” diye konuşuyor.
İklim değişikliği ile mücadelede dünya ölçeğinde de sorunlar olduğunun altını çizen Türkyılmaz’a göre, bu durumu etkileyen etmenler arasında Rusya-Ukrayna savaşı, ekonomik sıkıntılar ve buna paralel iklim değişikliğine ilişkin fonların sınırlandırılması yer alıyor.
Savaşın da bizatihi yarattığı bir iklim tahribatı olduğunu vurgulayan Türkyılmaz, iklim değişikliği konferanslarının ise son yıllarda Mısır ya da Birleşik Arap Emirlikleri gibi fosil yakıt üretiminde etkin olan ülkelerde gerçekleştirildiğini belirterek ekliyor: “Demokrasinin olmadığı bir rejimle yönetilen ülkelerde dünyanın özgür geleceği için iklim değişikliği tartışılıyor. Bu cidden trajikomik.”
Müzakereler 28 yıldır devam ediyor
Taraflar Konferansı (COP), 1995’ten beri her yıl farklı bir ülkede BM’nin İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) imzacısı olan ülkelerden binlerce delegenin katılımıyla düzenleniyor. İlk COP zirvesi 1995’te Almanya’nın başkenti Berlin’de, COP2 1996’da İsviçre’nin Cenevre kentinde düzenlendi. İklim müzakerelerinin temelini oluşturan bu iki zirvenin ardından 1997’de Japonya’daki COP3’te Kyoto Protokolü imzalandı. Kyoto Protokolü, sanayileşmiş ülkeler için sera gazı emisyonlarına yönelik mutlak ve yasal bağlayıcılığı olan bir sınırın belirlendiği ilk uluslararası anlaşma oldu.
Kyoto Protokolü ile 37 sanayileşmiş ülke emisyonlarını 2008-2012 arasında 1990 seviyesine göre yüzde 5,2 azaltma taahhüdünde bulundu. 1997 yılında kabul edilen protokol, 140 ülkenin onayıyla 2005 yılında yürürlüğe girdi. 2009’da Danimarka’nın başkenti Kopenhag’daki COP15’te sıcaklık artışının 2 dereceyle sınırlandırılmasına yönelik hedefler belirlendi. Katar’ın başkenti Doha’daki COP18’de ise Kyoto Protokolü’nün 2020’ye kadar uzatılması üzerinde anlaşılırken Peru’nun başkenti Lima’daki COP20’de ilk kez tüm ülkeler emisyonlarını azaltmaya yönelik taahhütlerini geliştirmeyi ve paylaşmayı kabul etti. 20 yıllık müzakerelerin ardından 2015’te Paris’te düzenlenen COP21’de kabul edilen Paris Anlaşması ile iklim değişikliğiyle mücadelede küresel çerçeve oluşturuldu. Paris Anlaşması’na göre küresel emisyonların 2050 yılına kadar net sıfırlaması ve küresel sıcaklık artışının 1,5 dereceyle sınırlandırması hedefleniyor.
Net Sıfır Nedir?
Net sıfır emisyon, fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma, atık yönetimi, hayvancılık gibi insan faaliyetleri sonucu atmosferde biriken sera gazı miktarının, yine insan faaliyetleri ile sağlanan azaltım miktarı ile (yutak alanların restorasyonu, doğa tabanlı karbon tutma ve yakalama vb.) birbirini dengelemesi anlamına geliyor.
Karbon nötr kavramı yalnızca karbondioksit emisyonlarının dengelenmesini ifade ederken net sıfır emisyon, karbondioksit de dahil olmak üzere tüm sera gazı emisyonlarının dengelenmesine işaret ediyor. Karbondioksit salınımları ise toplam sera gazı emisyonlarının yüzde 76’sını oluşturuyor.
DW Türkçe’ye VPN ile nasıl erişebilirim?