Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu neden kaybetti?
Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu’nun seçim kaybının arkasında neler var? Kılıçdaroğlu’nun doğru aday olmaması mı? İttifak’ın uyumsuzluğu mu? Aday belirleme sürecindeki tartışmalar mı? Uzmanlara sorduk.
Millet İttifakı’nın ve Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kaybetmesinde ülkenin uzun süredir içinde bulunduğu siyasi ortam ve devlet olanakları önemli bir faktör olarak görülürken, uzmanlara göre muhalefetin seçim sürecinde gerek aday belirlemede gerekse kampanya sırasında yaptığı çeşitli hatalar da yenilgide önemli rol oynadı.
Millet İttifakı üyeleri 14 Mayıs’taki ilk tur seçimde parlamentoda çoğunluk sağlamanın çok gerisine düşerek büyük bir kayıp yaşarken, her iki turda da cumhurbaşkanı seçimi için gerekli olan oyu alamayarak seçimi kaybetti.
Diğer taraftan AKP de yüzde 35,6 ile tarihinin en düşük oy oranlarından birini aldı ancak kurduğu ittifak ile doğru bir strateji izleyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu açığını ittifakın diğer üyeleri ile kapatmayı başardı.
Seçimlerin ikinci turunda Erdoğan 27 milyon 725 bin 131, Kılıçdaroğlu ise 25 milyon 432 bin 951 oy aldı.
Siyaset bilimcilere ya da seçime giden süreci yakından takip eden uzmanlara göre Millet İttifakı’nın ve Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kaybetmesinin altında birbiri içine geçmiş pek çok faktör yatıyor.
Bu faktörlerden bazıları Türkiye’deki mevcut siyasi konjonktür ve yönetim anlayışı ile Erdoğan’ın elindeki devlet imkanları ile yarışa çok avantajlı başlaması olarak görülürken, bazıları ise Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu’nun kendi hatalarından kaynaklanıyor.
Peki muhalefete “kader seçimini” kaybettiren nedenlerin belli başlı bazıları neler?
Siyasi konjonktür ve devlette olma avantajı
Türkiye’de çok eskiden beri gelen ve kaba hatlarıyla yüzde 65 sağ, yüzde 35 sol olduğu söylenen seçmen eğilimi, AKP’nin son 10 yıldır uyguladığı politika ile çok güçlü şekilde daha da belirginleşmiş durumda ve iki kutup arasındaki oy geçişkenliği de az.
Siyaset Bilimci İlhan Uzgel, ülkedeki kutuplaşmanın Erdoğan’ın işine yaradığını ve bu nedenle de sürdürüldüğünü belirterek, bu tür yönetim biçiminin diğer bazı ülkelerde de görüldüğünü hatırlatıyor.
Seçim sürecinde AKP’nin elindeki sınırsız devlet olanakları ve geniş medya kontrolü nedeniyle yarışa çok önde başlaması özellikle ikinci tur öncesinde sıkça dile getirilmişti.
Uzgel, AKP’nin iktidarda olduğu dönemlerde seçimlerin artık hep böyle yapılacağını belirterek, “Ama muhalefetin görevi bunu çeşitli yollarla kırmak” diyor.
Uluslararası gözlemciler de seçimlerin rekabetçi bir ortamda yapıldığını ancak adil bir süreç olmadığı noktasında birleşiyor.
Kılıçdaroğlu doğru aday mıydı?
Türkiye için kader seçimi olarak görülen 14 Mayıs için cumhurbaşkanı adayı olarak Kılıçdaroğlu’nun gösterilmesi sürecin en başından beri en tartışmalı konulardan birisi oldu.
CHP’de Kılıçaroğlu’nun yakınındaki kadroya göre adayın çok önemi yoktu ve Millet İttifakı’nı bir araya getiren ve birleştirici olan Kılıçdaroğlu seçimi kazanabilirdi. Millet İttifakı üyelerinin yanı sıra destek vermesi beklenen HDP seçmenleri eklenerek matematik hesabı yapıldı ve Kılıçdaroğlu’nun yüzde 50’yi geçeceği düşünüldü.
Ancak seçim sonuçları bu öngörünün çok da doğru olmadığını, matematik hesaplarının her zaman siyasette tutmadığını ve seçmenler için adayın kim olduğunun da önemli olduğunu gösterdi.
Siyaset Bilimci Can Kakışım, Kılıçdaroğlu’nun defalarca seçim kaybetmiş bir şahsiyet olarak yıpranmış bir isim olduğuna dikkat çekerek, “Bu seçimde başarı sağlamak için en fazla Erdoğan’ın yıpranmışlığına güvenirken, onun karşısına yine çok yıpranmış bir isim çıkarıldı. Bu doğru bir tercih olmadı” diyor.
Aday belirleme sürecinin de yanlış yürüdüğünü ifade eden Kakışım, şöyle konuşuyor:
“Uzunca bir süre altılı masa bize dedi ki ‘aday meselesi en kolay iş, biz bunu hemen çözeriz.’ Böyle diye diye en son iki ay kaldı. O sırada deprem oldu ve sonra dediler ki bu saatten sonra artık aday mı tartışılacak? Kılıçdaroğlu ismini bir oldu bittiye getirdiler. Bu da insanlarda bir rahatsızlık yarattı ve istişare mekanizmasının çalışmaması veya halkın beklentilerinin ciddiye alınmaması normalde Erdoğan’a çok eleştirel yaklaşımı olan insanların da Kılıçdaroğlu’na çok rahatlıkla oy vermemelerine sebep oldu.”
Seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun sadece karşı taraftan değil aynı zamanda Millet İttifakı partilerinin tabanlarından da yeterli oy alamadığı ortaya çıktı.
Uzgel’e göre ise “Erdoğan gibi güçlü, muhafazakarlığı ve dini kullanan, milliyetçilik ve İslamcılığı birleştirmiş bir liderin karşısına aday olarak, muhafazakâr karşı cepheden oy alınmasının gerektiği bilinmesine rağmen şimdiye kadar partisinin oyunda hiçbir artış sağlayamamış, hiçbir seçimi kazanamamış” bir ismi aday yapmak sorunluydu.
Millet İttifakı uyumlu muydu?
Bu seçimlerde sadece adaylar ve kişiler değil aynı zamanda ittifaklar da yarıştı.
İktidarın getirdiği mevcut seçim sistemine göre seçimi kazanmak isteyen her parti için ittifak yapmak zorunlu. Yani asıl mesele neden ittifaklar kurulduğunda değil ama “nasıl ve kimlerle kurulduğu ve nasıl sürdürüldüğü” ile ilişkili.
Millet İttifakı seçim sürecinde kendi içinde farklı sorunlar yaşadı. Sürecin başından beri adayın kim olacağının konuşulmayarak ertelenmesi; DEVA, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti gibi ittifaka çok katkısı olmayan partilerle ilgili sıkıntılar, İYİ Parti’nin seçmenlerini Kılıçdaroğlu ismine ikna edememesi ve bunu belirttiği halde dinlenmediğini söylemesi ve ardından Akşener’in 3 Mart’ta masadan sert bir açıklama ile kalkması, milletvekili listelerinde ortaklaşmaların doğru yapılamaması gibi farklı unsurlar ittifakı yıprattı.
Kakışım, altılı masa fikrinin aslında kötü bir fikir olmadığını ama yanlış kullanıldığını belirtiyor. “Küçük partilere güçlerinden çok yüksek bir etki şansı verildi” diyen Kakışım, bunun da temel sebebini adaylık meselesi ile alakalı görüyor ve şunları söylüyor:
“Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığını topluma ve İYİ Parti’ye kabul ettirebilmek için yanına bazı partileri alması gerekiyordu. Sonra çıkıp dedi ki ‘biz beş parti anlaştık, siz de bunu kabul edin’ Bu tarz bir baskıyı onlar üzerinde kurmaya çalıştı. Küçük partileri de bu nedenle fazladan vekillik veya cumhurbaşkanı yardımcılığı vaat ederek veya politikaların yapılmasında onlara gereğinden çok fazla etki vererek yani etki şansı vererek yanında tutmaya gayret etti.”
DEVA, Gelecek Partisi, Demokrat Parti ve Saadet Partisi seçime CHP listelerinden girerek toplam 38 vekillik kazandı.
İttifak, bu sorunları kendi içinde aştığını ve yola daha güçlü devam ettiğini belirtse de dışarıya verdiği “çok parçalı, kendi içinde karışık görünümü” istikrar arayan seçmen için itici bir unsur oldu.
Uzgel, Millet İttifakı’nın kamuoyu önüne önce altı, ardından belediye başkanları ile birlikte sekiz kişi olarak çıkmasının da yanlış olduğunu söylüyor ve şunları kaydediyor:
“Cumhur İttifakı’nda Bahçeli gibi bir isim bile Erdoğan’ın otoritesini kabul etmiş durumda. Sahneye 8 kişi çıkılması yanlıştı. Süreçte de her kafadan aykırı bir ses çıktı. Bir gün Davutoğlu çıkıyor, bir diğer gün Babacan çıkıyor, herkes farklı bir şey söyledi. Bütünsellik yoktu.”
CHP’nin sağa açılımı inandırıcı oldu mu?
14 Mayıs’a giden süreçten çok önce Kılıçdaroğlu’nun CHP için başlattığı “sağa açılım” girişimi bu seçimler için de sürdürüldü. Ancak bu açılımın seçimler için ne kadar başarılı olduğu tartışmalı.
Kılıçdaroğlu’nun sağ oyları alabilmek için takip ettiği profilin halk nezdinde inandırıcı bulunmadığını söyleyen Uzgel, şöyle konuşuyor:
“Sağa açılmak bir strateji olarak uygulanabilir çünkü CHP 10 küsür yıldır yüzde 25’te tıkanmıştı. Ama bunun biçimi sorunluydu. Yalnızca sağa ait siyasal simgeler, söylemler ve aktörlerle yetinmek, bunu masa başı ittifakına indirmek beklenen sonucu vermiyordu. Burada bir müdahale gelebilirdi. Bunun sahada da karşılığının olması, sağ seçmene, kendi örgütü ve seçmenini de mobilize ederek ulaşmaya çalışmak gerekiyordu.”
Uzgel’e göre Cumhur İttifakı ve AKP’nin “milliyetçi muhafazakâr” şeklinde kafa karıştırmayan, net bir çizgisi varken Millet İttifakı’nda ve CHP’de ise bu gözlemlenemiyor. Uzgel, bunu şöyle anlatıyor:
“Özellikle son dönemeçte yalpalamak doğru değildir. Çünkü aceleye gelmiş hamleler inandırıcı ve ikna edici olmuyor. Bir kimliğinin ve bir eksenin olması lazımdı, olmadı. Yani CHP’yi tanımlayan bir şey yoktu ortada. Mesela sosyal demokrat, laik bir partisindir, bunlar bir tanımdır. Seçmenlerin bir kısmı sadece Erdoğan gelmesin diye oy verdi.”
Kampanya süreci başarılı mıydı?
Kılıçdaroğlu’nun kampanya sürecinin de çok başarılı olmadığına ilişkin görüşler bulunuyor.
Özellikle ekonomik kriz içindeki Türkiye’de halkın alım gücü düşerken, emeklilere 15 bin TL ikramiye ya da aile sigortası gibi cebi doğrudan etkileyen somut önerilerin yerine içi tam doldurulamayan, ne olduğu tam anlaşılamayan 128 milyar dolar, 433 milyar dolar gibi yüksek miktarlı hesapları içeren vaatlerin sürekli öne sürülmesi halkta karşılık bulmadı.
Kakışım, ekonomide Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu vaatlerin kötü olmadığını ama halka ulaşıp ulaşmadığı noktasında şüpheleri bulunduğunu söyleyerek, bu konuda ciddi bir eksiklik olduğunu düşünüyor.
Muhalefet seçim süreci boyunca bunun adil bir süreç olmadığını, ana akım medyanın kendilerine ambargo uyguladığını belirtti ancak bu zorluğu aşmak için de alternatif yöntemler çok uygulamadı, halk ile birebir temas çok kurulmadı.
Millet İttifakı’na ambargo uygulamayan ve bazıları da Cumhur İttifakı seçmeni tarafından “yandaş” olarak görüldüğü için dediklerine itibar edilmeyen kanallarda yer almak ya da çoğunlukla Twitter üzerinden kampanya sürdürmek ittifak için istenen sonucu vermedi. Muhalefete yakın medyadaki bazı gazetecilerin yaptığı yorumlar da karşı tarafın safları daha da sıklaştırmasına neden oldu.
Kılıçdaroğlu bu “yankı odasını” kırmak için iki tur arasında daha geniş kesimlere ulaşabilen Babala TV’ye de çıktı.