Türkiye meslek hastalıklarını neden teşhis edemiyor?
“Hastalık maruziyeti tespit ettiğim için işten atıldım. Hastalık tespit ettiğim için işten atıldım.” Ahmet Tellioğlu 22 yıllık bir işyeri …
“Hastalık maruziyeti tespit ettiğim için işten atıldım. Hastalık tespit ettiğim için işten atıldım.”
Ahmet Tellioğlu 22 yıllık bir işyeri hekimi. Meslek hayatında iki kez işten atıldı. 2013 yılında çalıştığı Organik Kimya firmasından işçilerde toksik kimyasallara maruziyet tespit ettiği için atılan Tellioğlu, 2019’da da benzer bir süreci OYAK Beton’da yaşadı. İşçilerin akciğer filmlerinin bu konuda özel eğitim almış Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) okuyucularınca değerlendirilmesini ve OYAK Beton’un tüm tesislerinde toz ölçümü yapılmasını istediği için işten çıkarıldı.
Tellioğlu iki şirkete de açtığı işe iade davasını kazandı. Mesleki bağımsızlığı kanıtlanmış oldu. Ancak Türkiye’de işçi sağlığı alanında benzer tablo devam ediyor.
Türkiye’de işverenlerin önemli bir bölümünün işçi sağlığı konusunu bir maliyet unsuru olarak gördüğünü, iktidarın ise işverenin maliyetini azaltan politikaları öncelediğini vurgulayan Tellioğlu, “İşverenlerin, meslek hastalıkları ve işçi sağlığı alanında köpeksiz köy buldum, değneksiz geziyorum halinden çıkartılması lazım” diyor.
Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) son verilerine göre, ölümlü iş kazalarında Avrupa birincisi olan Türkiye’de, resmi verilere göre meslek hastalığına yakalanların sayısı oldukça az.
Almanya’da 30 katı
Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) göre, meslek hastalıklarının çalışan nüfusa oranı Türkiye’de yüz binde 2 civarındayken Almanya’da bu oran 30 katına çıkıyor.
Peki, bu durum Türkiye’nin bu konuda Almanya’dan daha ileride olmasından mı kaynaklanıyor?
Bu alanda çalışan uzmanlara göre durum tam tersi.
Uzmanlara göre, bu süreçteki zorluklar öncelikle mevzuatta başlıyor. Öyle ki Türkiye, meslek hastalıklarını teşhis etme noktasına gelemiyor.
Mevzuata göre meslek hastalığı tanısı için hastalık ve meslek arasında bir illiyet kurmak gerekiyor. Ancak iş bununla da sınırlı kalmıyor.
Listede 67 hastalık var
Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü’nde bir meslek hastalığı listesi bulunuyor. Bu listede bulunan 67 hastalık dışında kalan ve işin koşullarından kaynaklı olarak yakalanılan herhangi bir hastalık meslek hastalığı sayılmıyor.
DW Türkçe’ye konuşan Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası (DGD-SEN) Avukatı Leyla Bilgen, “Bu 67 hastalığı zaten meslek hastalığı olarak kanıtlayabilmek veya ispatlayabilmek o kadar zorken, bir de 67 hastalık haricindeki bir hastalığı biz meslek hastalığı olarak kanıtlayamıyoruz. Yani imkânsız bir süreç” diye konuşuyor.
Mevzuatın bir hekimin meslek hastalığı tanısı koymasını neredeyse SGK’nın iznine bağladığını ifade eden Tellioğlu da “Kocaman bir mevzuat var. Sosyal Güvenlik Kurumu yani Türkiye’nin sigortacıları, Türkiye’nin hekimlerine ‘siz şu hastalığın teşhisini koyamazsınız’ diyor. Ne cüret ne hak. Böyle şey olur mu” ifadelerini kullanıyor.
SGK’lı olma şartı var
Öte yandan mevzuata göre meslek hastalığına yakalanan işçinin SGK’lı olması da gerekiyor. “Türkiye’de sigortasız, güvencesiz çalışan belki milyonlarca işçi var bilemiyoruz ama devlet böyle bir sınırlama koymuş” diyen Leyla Bilgen’e göre, bu meşakkatli süreçte üçüncü zorluk ise bir işçinin meslek hastalığına yakalandığını hastanelerden hekim raporuyla kendisinin ispatlamasının istenmesi. Bilgen, bu süreçte işçinin yapılması gereken bürokratik işlemleri çoğunlukla aşamadığını söylüyor.
Gemi sökümü, maden, inşaat gibi meslek hastalığı teşhisi koyma ihtimali olan sektörlerin ağırlıklı olduğu Türkiye’de, çalışanların slikozis, KOAH gibi solunum yolu hastalıkları ve mezotelyoma gibi kanser hastalıklarına yakalanma riski yüksek. Ancak literatür böyle söylese de resmi veriler bunu yansıtmıyor.
Türkiye’de işçi ölümleri | “Her yıl 6 Soma katliamı”
To view this video please enable JavaScript, and consider upgrading to a web browser that supports HTML5 video
En az 8 bin ölümlü vaka
Dünya Sağlık Örgütü ve ILO’nun ortak çalışmasına göre bir ülkede ölümlü iş kazalarının dört katı kadar da meslek hastalığından dolayı ölüm gerçekleştiğine dikkat çeken Ahmet Tellioğlu, “Mesela geçen yıl Türkiye’de 2 bin civarında iş kazasına bağlı ölüm varsa şunu varsayabilirsiniz. En az 8 bin de aslında iş kaynaklı hastalık nedeniyle hayatını kaybeden insan var” diyor.
Leyla Bilgen de “Literatürde bir senede bir havzada veya bir ülkede yüzde 4 ile yüzde 12 arasında meslek hastalığına yakalanma riski vardır” dendiğini ancak Türkiye’de bu tablonun ortaya konmadığını vurguluyor: “Türkiye’de 14 milyon çalışan var. 2020 yılında verilen istatistiki bilgiye göre, bir senede sadece 1088 kişi meslek hastalığına yakalanmış. Yani çok çok düşük bir orandan bahsediyoruz. Meslek hastalıklarının bildirilmediğini buradan da görebiliyoruz.”
Madencilik sektöründe de Ekim 2020’de yayınlanan resmi istatistiğe göre sadece 95 kişinin meslek hastalığına yakalandığını söyleyen Bilgen, rakamların bu kadar düşük olmasında bürokratik engellerin yanı sıra işçinin gelir ve yaşam kaygısının da olduğunu vurguluyor.
İşsiz kalma korkusu
“Çünkü orada işsiz kalma korkusu çok yüksek oluyor. Çünkü bir meslek hastalığını bildirdiği taktirde işe alınmama durumu söz konusu. Herhangi bir işte çalışmama durumu söz konusu. Bu nedenle işçiler çoğunlukla bunu bildirmiyor ve yine emeklilik sürecinden sonra bildirimler yapabiliyor. Ama o aşamada da zaman aşımı süresinde kaybettiklerini görürüz. Çünkü meslek hastalığında bildirim şartı olarak 10 yıllık süre var.”
Brezilya Donanması‘na ait ‘São Paulo’ isimli uçak gemisinin İzmir Aliağa’da söküleceğine ilişkin tartışmalar son aylarda gündemdeydi. Geminin Türkiye’ye getirilmesinden şimdilik vazgeçildi. Ancak gemi söküm sektöründe riskli çalışma ortamı varlığını koruyor.
Leyla Bilgen, Aliağa’da çalışanların genellikle birbiriyle akraba ilişkileri olduğuna dikkat çekiyor. Bu süreçte bölgede meslek hastalıklarının boyutunu tespit edebilmek için hastanelerle görüştüklerini dile getiren Bilgen, “Orada çalışan 1500 kadar işçiden bahsediyoruz ama meslek hastalığı 2017 yılından beri hiçbir şekilde bildirilmemiş. Hem iş bulamama kaygıları hem de çocukları, kardeşlerinin o havzada yine aynı sektörde çalışıyor olmaları bunların önündeki büyük engellerden biri” ifadelerini kullanıyor.
“Denetimler önceden haber veriliyor”
Yaklaşık 10 yıl önce hayata geçirilen 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu da işçiye, işverene, yine iş yeri hekimine, iş güvenliği uzmanına birçok yükümlülük öngörüyor. Ancak bu yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmemesi konusunda soru işaretleri var.
Öncelikle denetimlerin düzgün yapılamadığına işaret eden Leyla Bilgen, “Çoğunlukla denetlemelerin önceden haber verildiğini biliyoruz. İşyerine gelmeden önce, birkaç gün önce zaten işverenin bundan haberdar olduğu, iş yerinde gerekli önlemleri aldığı, gerekli ekipmanları işçileri sağladığını bizler görüyoruz” diyor.
6331 Sayılı Kanun’la çalışanlara işyerindeki eksiklikleri teftiş yapanlara bildirme yükümlülüğü verildiğini ifade eden Bilgen, “Denetimlerin önceden haber verildiği bir ortamda işsiz kalma korkusu da yaşayan bir çalışan eksiklikleri nasıl bildirebilir” diye soruyor.
Meslek hastalığına yakalanan işçinin, iş ve gelir kaybı kaygısından dolayı çoğunlukla bunu gizli tuttuğunu ifade eden Ahmet Tellioğlu da aynı sorunu iş verene bağlı çalışan iş yeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının da yaşadığını vurguluyor.
Hekimin de iş güvencesi yok
Tellioğlu, 6331 Sayılı Yasa’nın işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları ve yardımcı sağlık personelinin taşeronlaştırılmasına müsaade eden ve iş sağlığı güvenliği alanında çalışan insanların meslek örgütleri ile bağını koparan bir düzenleme olduğunu dile getiriyor. Yasayla birlikte bu alanda çalışanların güvensizleştirildiğini, ücretlerinin aşağı çekildiğini ve mesleki bağımsızlıklarının ortadan kaldırıldığını ifade eden Tellioğlu, hekimin hastalık teşhisi koyduğu zaman bir iş güvencesi olması gerektiğinin altını çiziyor.
Ahmet Tellioğlu, “Ben hekimim tabi ki hastalık teşhis edeceğim ya da bir hastalık etkeni teşhis edeceğim. Bunu teşhis ettiğim zaman işten çıkarılıyorsam, o işverenin başına çok ciddi işlerin gelmesi lazım ki bunu aklından geçirmesin. Şimdi Türkiye’de böyle bir düzen yok” diyen Tellioğlu, şöyle devam ediyor: “Türkiye’de bu bir maliyet konusu olarak görülüyor. ‘Hastalık teşhisi konulmasını kolaylaştırırsak bu işin işverenlerimize maliyeti artar ve bizim de siyasi iktidar olarak vazifemiz işverenimizin maliyetini azaltmak. O zaman bu iş böyle olsun, böyle devam etsin. Bir yandan da böyle bir şeyler yapıyor gibi yapalım’ diyorlar. Durum bu.”