İstanbul: Uydu kent projesi depreme çözüm mü?
AKP deprem riski olan binaları öne sürerek 500’er bin konutluk iki uydu kent kurmayı planlıyor. Depremin yeşil alanları yapılaşmaya açmak için bir fırsat olarak görüldüğünü düşünen uzmanlara göre ise çözüm bu değil.
İstanbul’da çözüm bekleyen en temel sorunlardan biri deprem güvenliği olmayan riskli yapılar. Marmara Denizi’nde 7,2 ila 7,5 büyüklüğünde bir deprem beklenirken resmi açıklamalara göre kentteki riskli konut sayısı 1,5 milyonu buluyor.
Hükümet ise riskli yapı sorununa çözüm getirme iddiasıyla İstanbul’un iki yakasında 500’er bin konutluk uydu kentler kurmayı planladığını açıkladı.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum İstanbul’da 1 milyon 500 bin konutun kentsel dönüşüm kapsamında yeniden inşa edileceğini belirterek, “500 binini Anadolu yakasındaki rezerv alanda, 500 binini Avrupa yakasındaki rezerv alanda, İstanbul’a ilave nüfus getirmeden, 500 binini de olduğu yerde yapacağız” dedi.
Kurum’un 10 Nisan’da katıldığı bir televizyon yayınında yaptığı açıklamaya göre, projeyle ilgili ilk temel 22 Nisan’da atılacak. Sultangazi ile Başakşehir arasındaki askeri alanda 10 bin konutun yapımına başlanacak. Anadolu yakasındaki uydu kent adresleri ise Tuzla, Pendik, Maltepe olacak.
Buğra Gökçe: Bu çaplı bir arazi yok
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve meslek odalarına göre sözü edilen uydu kentler, İstanbul’da nüfusu ve betonlaşmayı artırma riskinin yanı sıra deprem güvenilirliği olmayan yapı sorununu çözmekten de uzak.
DW Türkçe’ye konuşan İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökçe, Bakanlığın konuyla ilgili İBB’nin ilgili birimlerinden görüş almadığını, projeyle ilgili planların kendileriyle paylaşılmadığını ifade ediyor. “Açıkçası böyle bir planın da olduğunu düşünmüyoruz” diyen Gökçe, “Sayın Bakan 1 milyon konutun yeni alanlarda yapılacağını ifade ediyor. Bu yaklaşık 4 milyon insanı iki adet yeni şehre taşımak demek. Batıda 2 milyon, doğuda 2 milyon insanın yaşayacağı bu çaplı bir arazinin İstanbul’da olmadığını Sayın Bakan da çok iyi biliyor” diye devam ediyor.
Bakan Kurum’un açıklamalarını popülist olarak değerlendiren Gökçe’ye göre İstanbul, yayıldığı ve yapılaştığı alanlar itibariyle zaten bütün doğal eşiklerini aşmış durumda:
“Yani tüm İstanbul’u batıdan doğuya, güneyden kuzeye imara açsanız İstanbul’a ilave 1 milyon konutu şu anda yapabilecek bir planlı alan üretmek zaten mümkün değil. İstanbul’un haritasına bakan ilköğretim çağındaki çocuklarımız bile bunun olamayacağını anlar. Ormanları mı yok edeceğiz? Su havzalarını mı yok edeceğiz? İstanbul’u yok ederek İstanbul’da hangi sorunu çözebiliriz?”
Pelin Pınar Giritlioğlu: İstanbul’a yeni yükler bindirir
DW Türkçe’ye konuşan Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu ise Bakan Kurum’un bahsettiği plandan şehir plancıları olarak bilgilerinin olmadığını belirterek “Ortada bir plan yok. Ortada bir plan olmadığı gibi mevcut yürürlükteki üst ölçekli planlarda da öngörülmeyen çok büyük ölçekli meselelerden bahsediyor. Dolayısıyla bunların bir planlama sürecine oturtulmadan hayata geçirilmesi mümkün değil” diyor.
Bu ölçekte bir yapılaşmanın İstanbul’un nüfusunun üzerine yeni yükler bindireceğini vurgulayan Giritlioğlu, İstanbul’un esas meselesi olan mevcut riskli yapılarla, riskli alanlarla ilgili ortada bir plan olmadığına dikkat çekiyor.
“Bizim meselemiz şu anda bunlar değil, depremi bekleyen ve başka hiçbir şey yapamayan insanları bu çıkmazdan kurtarmak olmalı” diyen Giritlioğlu’na göre bunun için de mevcut konut dokusunun üzerine yoğunlaşmak gerekiyor. Giritlioğlu, “Bunların nasıl dönüşeceğine yönelik model geliştirmekte fayda var. Bugün İstanbul’da birçok bölgenin ayrı özel sorunları var. Bu özel sorunlara yönelik modelleri tartışmadan, yeni yapılan konutları konuşmanın anlamı yok” diye konuşuyor.
“Onlarca donatı alanı gerek”
Buğra Gökçe de İstanbul’un dörtte bir nüfusunu yeni alanlara taşımanın konut dışında okul, hastane, ulaşım hatları, altyapı tesisleri, parklar gibi onlarca donatı alanı da gerektirdiğine dikkat çekiyor. Bu alanlardan feragat ederek çok yoğun ve yüksek yapılaşmalarla yeni yerleşimler inşa edilemeyeceğini vurgulayan Gökçe, Esenyurt örneğini veriyor: “İstanbul’umuzda Esenyurt ilçesini artık sahip olduğu bu özellikteki sorunlu konut alanlarıyla tanımayan, bilmeyen yok. Sayın Bakan’ı İstanbul’da Esenyurt’taki son 10 yıldaki uygulamaları örnek alarak hareket edeceğini düşünemeyiz. İstanbul’da kötü örnekler emsal olmamalı.”
İBB’ye bağlı İstanbul Planlama Ajansı’nda İstanbul’un bütün ekonomik ve mekansal analizlerini yaptıklarını ifade eden Gökçe, deprem güvenliği için önceliğin mevcut yapılı alanlarda yerinde dönüşüm olduğu görüşünde.
“Yeni imar alanları yaratarak İstanbul’un doğal dengelerini yok etmek yerine, İstanbul’un zarar görmüş doğal alanlarını yeniden kazanmalıyız” diyen Gökçe, “Tabii ki yeni konut alanları ve yeni yerleşimler yapılmalı. Fakat bunlar sayın Bakan’ın ifade ettiği gibi 500 bin konutluk, 2 milyonluk şehirlerle olamaz” ifadelerini kullanıyor.
İstanbul’da yeni yerleşim alanlarının bir plan dahilinde ancak 10-15 bin kişilik alanlarla olması gerektiğini düşünen Gökçe’ye göre akılcı, gerçekçi, doğaya ve insana saygılı ölçekte bir konut gelişimi için merkezi ve yerel idare birlikte hareket etmeli.
“Güvenli çevreler oluşturulmalı”
Pelin Pınar Giritlioğlu’na göre de sorun sadece güvenli konut yapmakla çözülmüyor. Aynı zamanda güvenli çevreler oluşturmak gerekiyor.
Bunun için açık alanlara, afet toplanma alanlarına, güçlü hastanelere, okullara ve altyapıya ihtiyaç olduğunu vurgulayan Giritlioğlu, “İktidar deprem sonrası yapılacakları sadece konut inşaatı olarak görüyor. Ancak bütün bu çevre afete hazır hâle getirilmezse o güvenli yapıların içinde de güvenli olamayacağız” ifadelerini kullanıyor.
“Kanal İstanbul’a referans”
Bakan Kurum açıklamasında, İstanbul’daki kentsel dönüşüm projesi için 130 milyon metrekare rezerv alan gerektiğini de belirtti.
Rezerv alan, kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın (TOKİ) veya İdare’nin talebine bağlı olarak veya resen Maliye Bakanlığı’nın uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenen alanlar olarak tanımlanıyor.
Peki bu kadar büyük bir rezerv alan neresi olabilir?
Buğra Gökçe, Bakan Kurum’un ‘130 milyon metrekare rezerv alan lazım’ sözüyle aslında Kanal İstanbul projesine referans verdiğini, Kanal İstanbul Projesi’nin de 130 milyon metrekare olduğunu belirtiyor.
Bilim insanlarının Kanal İstanbul’u doğayı hiçe sayan bir rant projesi olarak değerlendirdiğini ifade eden Gökçe, “Sayın Bakan, anladığımız kadarıyla projede revizyona gidiyor. Gemilerin geçeceği kanal ve lojistik alanları şimdi depremi bahane ederek tamamen konut alanına dönüştürmeyi şayet planlıyorsa, bizlerin kamuoyuna en başından beri bu projenin bir kanal projesi olmadığı, arazi spekülasyonu ve rant projesi olduğu iddiamızı da doğruluyor olur” ifadelerini kullanıyor.
“Ortada bir finansal model yok”
Mevzuata göre rezerv alanın, bir riskli alanın dönüşeceği vakit orada yaşayanların taşınıp geçici olarak barınacağı ve riskli alandaki dönüşüm tamamlanıncaya kadar güvenli konutlarda yaşayacağı alanlar olduğuna dikkat çeken Gökçe, “2-3 yıl süreyle kira yardımı gibi uygulamalarla burada vatandaşlar ikamet ettikten sonra riskli alanlarda yenilenen konutlara dönmeleri sağlanır. Uygulamanın esası bir çeşit doldur boşalt mantığıyla yerinde dönüşümün sağlanmasıdır. Dolayısıyla bir rezerv alanın, ilan edilen riskli alana da yakın olması gerekir. Fakat uygulama, başladığı 2012 yılından itibaren maalesef bu mantıkta yapılmıyor. İstanbul bu nedenle kentsel dönüşümde yıllar kaybetti” diye konuşuyor.
‘Boş yeri bulduk konut yapalım’ anlayışıyla kentlerin yönetilemeyeceğini vurgulayan Pelin Pınar Giritlioğlu da tüm adımların plan koşulları çerçevesinde önerilerle desteklenmesi gerektiğine ancak ortada bir finansal modelin dahi olmadığına işaret ediyor: “İnsanların bu kadar büyük bir maliyeti üstlenme şansı yok. Ve görüyoruz ki aslında bu süreçte de vatandaş müteahhitle karşı karşıya bırakılacak. Dolayısıyla da yine müteahhit zenginleştirmeye odaklı bir yaklaşımla bunlar planlanıyor. Bu da bizim sorunumuzu çözmüyor, çözmeyecek. Bunu çok açık bir şekilde görebiliyoruz.”
“Uydu kent böyle bir şey değil”
Peki hazırlanan proje teknik anlamda ‘uydu kent’ olabilir mi?
Pelin Pınar Giritlioğlu, projeyle ilgili uydu kent kavramının da doğru kullanılmadığı görüşünde.
“Uydu kent böyle bir şey değildir zaten kentin dışındadır. Kendi ihtiyacını, altyapısını, sosyal donatı alanlarını kendi içinde çözmüş olanlardır” diyen Giritlioğlu, ekliyor: “Ama bizim böyle bir alanımız yok. İstanbul’un sınırları bir tarafta Tekirdağ’a dayanmış, öbür tarafta Kocaeli’ne dayanmış. Uydu kenti nerede yapıyor? Şehrin içinde yeni kentsel gelişme alanları yaratılıyor.”
Uydu kentlerin nüfusunun 100 bin civarında olduğunu, kendi kendine yeten konut ve çalışma alanlarıyla, doğal ve kültürel altyapılarıyla doğayla ve mevcut kentle barışçıl bir bağı bulunduğunu belirten Buğra Gökçe’ye göre de projeyle işaret edilen 2 milyonluk iki kent neredeyse Avrupa metropolü kadar büyük ve ölçeği uydu kent örneğinden onlarca kat fazla.
Selahattin Beyaz: Açıklama gerçeği yansıtmıyor
DW Türkçe’ye konuşan Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Selahattin Beyaz da İstanbul’un Avrupa ve Anadolu yakasında nüfusu artırmadan yapılacağı açıklanan uydu kentler ile ilgili açıklamanın gerçekleri yansıtmadığı görüşünde. Bahsi geçen planların Anadolu yakası için 18 Ekim 2022 tarihinde, Avrupa yakası için ise 13 Mayıs 2022 tarihinde askıya çıkarıldığını söyleyen Beyaz, Anadolu yakasında Tuzla bölgesindeki planların Gecekondu Kanunu ve Uygulama Yönetmeliği’ne dayanılarak “Gecekondu Önleme Bölgesi” ilan edilen alanlarda yapıldığını belirtiyor.
Avrupa yakasında da Başakşehir sınırları içinde Kayabaşı’nda bulunan askeri bölgede yine Gecekondu Kanunu ve Uygulama Yönetmeliği’ne dayanılarak “Gecekondu Önleme Bölgesi” olarak planlar yapıldığına işaret eden Beyaz, “Kayabaşı’nda bulunan planlama alanının yüzde 38’lik kısmı Milli Savunma Bakanlığı’na tahsis edilmiş askeri alan, yüzde 43’lük kısmı ise TOKİ ve Hazine’ye ait alan olup 16 Mart 2021’de onaylanan Çevre Düzeni Planı Değişikliği’nde belirtilen Rezerv Yapı Alanı dışında bulunmakta. Bu alan, bu plan değişikliği ile yapı alanı kapsamına sokuluyor” diyor.
“Birinci derece deprem riskli alanlar”
Açıklamalarda depremsellik riski bulunan binaların tahliye edilerek bu alanlarda oluşturulacak güvenli konutlara taşınması sağlanacağı belirtilse de bunun gerçeği yansıtmadığını ifade eden Beyaz, belirtilen bölgelerin birinci derece deprem riskli alanlar olduğunu aktarıyor.
Beyaz’a göre projenin amacı Mart 2021 tarihli Çevre Düzeni Planı Değişikliği’nde belirtilen “nitelikli nüfus” için lüks konut alanları oluşturmak. Beyaz, “Anlaşılan o ki iktidarın en kullanışlı bakanlığı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve yine iktidarın kara kutusu TOKİ ve Emlak GYO tarafından planlanan rant projelerinden İstanbul’da son ağaç yok olana, son toprak parçası betonlaşana dek vazgeçilmeyecek” diye konuşuyor.
Askeri alanlar yeşil kalmadı
Öte yandan proje için askeri alanların da kullanılacağı açıklandı.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından şehir dışına çıkartılan askeri alanların yeşil alan kalacağı sözü verilmişti. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki 2017 yılında yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda kesin bir talimatı olduğunu ifade etmişti.
Bu alanları konut alanlarına dönüştürme sürecinin zaten başlatıldığını dile getiren Pelin Pınar Giritlioğlu, depremin de buralarda yapılaşma için bir fırsat ve gerekçe olarak kullanıldığı görüşünde: “Son kalanlar da bu şekilde yapılaşacak. Ancak bizim İstanbul içinde nefes alacak alanlara ihtiyacımız var.”
Buğra Gökçe’ye göre de askeri alanların büyük bölge parkları olarak planlanması gerekiyor: “İstanbul’da yeşile, doğaya özlem duyuyoruz. Askeri alanların şehrin içinde kalmasından ötürü gelecek nesillerin yararına kamuya açık doğal kent ormanları gibi değerlendirilmesi ihtiyacı var.”
İBB ay sonunda açıklayacak
İstanbul’da 1,2 milyon binanın yüzde 70’inin riskli olduğunu, zemin özellikleri ve yapı stoku itibariyle 118 adet yapının acilen dönüşmesi gerektiğini tespit ettiklerini ifade eden Gökçe, İBB olarak İstanbul’un, sahip olduğu nüfus ve ekonomik büyüklüğüyle sadece yerel idarelerin, belediyelerin kapasitesiyle depreme güvenli olamayacağını, bu konuda merkezi ve yerel idarelerin birlikte rol alması gerektiğini düşündüklerini söylüyor.
1 Mart’ta Deprem Seferberlik Planı’nı açıkladıklarını hatırlatan Gökçe, deprem güvenli konut ve kentsel dönüşüm özelinde yürüttükleri çalışmaları ise bu ayın sonunda kamuoyuna duyuracaklarını aktarıyor.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, DW Türkçe’nin planlanan iki uydu kente ilişkin eleştirilere dair yönelttiği sorulara yanıt vermedi.