Türkiye Tayvan krizinde nerede duruyor?
Rusya-Ukrayna savaşının sürdüğü bir dönemde Asya Pasifik’te de Çin ile Tayvan arasında tansiyon yüksek. Ukrayna ve Batı ülkeleri ile Rusya …
Rusya-Ukrayna savaşının sürdüğü bir dönemde Asya Pasifik’te de Çin ile Tayvan arasında tansiyon yüksek. Ukrayna ve Batı ülkeleri ile Rusya arasında bir denge politikası sürdürmeye çalışan Türkiye, Tayvan gibi küresel dönüşümlere neden olabilecek yeni bir sınamayla karşı karşıya.
Kış aylarında başlayan Ukrayna savaşıyla bazı uluslararası ilişkiler teorisyenlerine göre Soğuk Savaş 2.0 olarak tanımlanabilecek yeni bir dünya düzenine girişin ayak sesleri duyulmuştu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin başlamasının ardından Çin’in de Tayvan için benzer bir girişimde bulunmasının sürpriz olmayacağı yorumları yapılıyor. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Çin’in sert uyarılarına rağmen geçtiğimiz hafta Tayvan’ı ziyaret etmesi ve Çin’in tatbikatlara başlaması da bu yorumlarda haklılık payı olduğu görüşünü güçlendirdi.
Peki Türkiye, Tayvan krisinde nasıl bir tutum takınacak?
Ukrayna savaşı ile ilgili denge politikası takip etmeye çalışan Türkiye’nin şu ana kadar Tayvan-Çin meselesi hakkında açıklama yapmayarak taraf tutan bir tutum takınmadığı gözleniyor.
Süleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ümit Alperen, Türkiye’nin eskiden beri Tek Çin politikasını desteklediğini hatırlatarak bu politikadan Tayvan, Çin, ABD ve konuyla ilgili diğer ülkelerin anladığının ise farklılıklar içerdiğine dikkat çekiyor. Alperen, bu nedenle Türkiye’nin de bu politikadan ne anladığını bu aşamada detaylandırmaya ve taraf tutmaya ihtiyaç hissetmeyebileceğini belirtiyor.
Gelişmelere dair en net açıklama ise Soçi dönüşü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan gelmişti. Pasifik’teki gelişmelerin sorulması üzerine Erdoğan, Ukrayna’daki savaş ve koronavirüs salgınının küresel ekonomi ve istikrara olumsuz etkilerinin sürdüğü bir dönemde yeni bir krizin ortaya çıkmasına izin vermemek gerektiğini söyledi. Taraflara itidal çağrısı da yapan Erdoğan ayrıca Putin’in kendisini Eylül ayındaki Şangay Beşlisi toplantısına davet ettiğini belirterek toplantıya katılmayı planladığını aktardı.
Türkiye’nin Çin-Tayvan krizine karşı tutumu
Pekin’in Tek Çin politikası doğrultusunda ana karayla birleştirmek istediği Tayvan’ın resmi statüsü tartışmalı ve Tayvan çok az ülke tarafından tanınmakta. Tayvan’ı bağımsız bir ülke olarak tanıyan sadece 14 devlet var. Türkiye de ABD, Avrupa ülkeleri ve çoğu ülke gibi Tayvan’ı tanımayanlar arasında yer alıyor.
Türkiye, iç savaşı kazanarak kurulan Çin Halk Cumhuriyeti’yle 1971’de diplomatik ilişkiler kurmaya başlamış ve bu tarihten sonra da Tek Çin politikasını desteklemeye başlamıştı.
Türkiye – Çin ilişkilerini son yıllarda siyasi açıdan meşgul eden konu ise şu andaki gündem olan Tayvan meselesi değil, Uygur sorunu oldu. Birçok ülke Çin’i Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine yönelik baskıcı politika uygulamakla suçlarken daha önceleri sert eleştiriler yönelten Ankara, son yıllarda konuya daha temkinli yaklaşıyor. Bu nedenle muhalefet partileri de sık sık hükümeti eleştiriyor.
Tayvan sorununun Türkiye’nin şu anda net bir taraf alması gereken bir durumda olmadığını söyleyen Dr. Alperen, krizin tırmanmasının siyasi ilişkilerden çok ekonomik ve ticari ilişkileri etkileyebileceğini söylüyor.
Türkiye, Tayvan’ı tanımadığı için ikili ekonomik ilişkileri Çin’e kıyasla daha sınırlı. İki ülke ticari ilişkileri daha çok özel sektör üzerinden ilerliyor ve ticaret dengesinde Türkiye’nin ithalatı ağır basıyor.
Ticaret Bakanlığı verilerine göre, 2021 yılında Tayvan’dan yapılan ithalat 1,8 milyar dolar.
Diğer taraftan Türkiye’nin ithalat yaptığı ülkeler sıralamasında Çin birinci sırada yer alıyor. Yine Ticaret Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’nin Çin’den 2021 yılındaki ithalatı 23 milyar dolar, ihracatı ise 3.6 milyar dolar.
Olası bir Çip krizi Türkiye’yi nasıl etkiler?
Tayvan-Çin gerginliğinin büyümesi durumunda Türkiye’yi dünya çapındaki olası bir çip krizinin etkileyebileceği belirtiliyor.
Tayvan’ın dünyanın en önemli çip üreticisi olduğunuhatırlatan Alperen, “Bu şirketin üretimi sekteye uğrarsa ya da kriz derinleşirse, ki bir savaşa ihtimal vermiyorum, çip üretiminin ya da tedarik zincirlerinin sekteye uğraması sorun başlatabilir. Tayvan ile Çin arasındaki ticarette de çip çok önemli konumda” diyor.
Alperen’e göre ABD ile Çin’in uzun vadede karşı karşıya gelme ihtimali de dünyayı ekonomik açıdan derinden etkileyebilir. Çin ile ABD’nin dünya ekonomisinin yüzde 40’ını oluşturduğunu anımsatan Alperen, “Bu devasa bir şey. Dünyanın ekonomisinin yarısının savaşa girmesi demek” diyor.
Belirsizlik dönemlerinde ne yapmalı?
Bu aşamada uzmanların çoğu Asya-Pasifik’te sıcak çatışmaya ihtimal vermiyor ancak orta ve uzun vadede bölgedeki tansiyonun daha tırmanabileceğini de belirtiyor.
Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Evren Balta, bu tür belirsizlik dönemlerinde en önemli unsurun “direnç” olduğuna işaret ederek önemli olanın krizlere karşı dayanıklılığın, özellikle de toplumsal dayanıklılığın arttırılması olduğunu vurguluyor.
“Kutuplaşması düşük, iç sorunlarını çözmüş bir ülke olmanız lazım. Enerji ve gıda güvenliğinde yol kat etmeniz, sağlık altyapınızın güçlü olması, teknolojiye ve kaliteli insan malzemesine yatırım yapmanız lazım” tespitinde bulunan Balta’ya göre bu tür dönemlerde “yayılmacı olmayan ve güvenilir” bir dış politika takip etmek gerekiyor. Balta sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Türkiye’nin ben nereye taraf olmalıyım sorusundan daha çok, ben kendimi nasıl güçlendirmeliyim, toplumsal dayanıklılığımı nasıl arttırmalıyım diye sorması lazım. İç sorunlarını çözen bir ülke arada kalmayacaktır. İçeride yaşadığınız sorunları dışarıya bağırarak çözmek isterseniz, en büyük tehlike bence konu dışı kalırsınız. Hiçbir taraf sizi kendi tarafına istemez.”
Akademik çalışmalar için bir dönem Tayvan’da yaşayan ve Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Öğretim Üyesi Asya-Pasifik uzmanı Diren Doğan da Türkiye’nin günümüzde bölgeye yönelik politikasının 2019’da ortaya konulan Yeniden Asya Girişimi ile belli bir kalıba oturtulduğunu hatırlatarak bölgenin hızlı gelişimi ve küresel aktörlerin etkinliği karşısında Türkiye’nin yapması gerekenin Güneydoğu Asya ülkelerine yönelik daha kapsamlı stratejiler kurmak, bölgedeki sıcak çatışma noktalarına temas etmeden ve taraf belirtmeden iş birliklerini geliştirmek olduğunu belirtiyor.
Türkiye’de denge politikasına devam edebilir mi?
Son krizin çıkmasıyla birlikte ABD gibi Tayvan’a destek verenler kadar, Rusya ve İran gibi Çin’in toprak bütünlüğünü savunan açıklamalar yapan ülkeler de bulunuyor.
Türkiye’nin “geçmişten gelen yönetim geleneği ve Ukrayna sürecinde üstlendiği arabuluculuk rolüyle küresel sistemdeki çalkalanmalardan mümkün olduğunca az hasar almaya çalışan, oluşan bloklaşmalarda dengede kalmayı tercih eden” bir aktör olduğunu belirten Doğan, ilerleyen süreçte Türkiye’nin bu rolünü etkileyebilecek birkaç parametreye dikkat çekiyor.
Bu parametrelerden ilkinin Türk dış politikasının geleneksel Batı önceliklendirmesi olduğunu ve Türkiye’nin Osmanlı’dan itibaren yönünün Batı’ya dönük olduğu argümanının küresel krizlerde de kendini ortaya çıkarabileceğini belirten Doğan, ancak son yıllarda bu argümanda bazı kırılmalar olduğunu da not ediyor.
Doğan’a göre Ankara’nın denge politikasını etkileyebilecek diğer parametreler ise Çin’in Türkiye algılaması ve Türkiye’nin Uygur politikasının yöneleceği strateji ile Türkiye’nin Batılı müttefiklerinden gelebilecek yanıtlar olabilir.
Dünyada yeni düzen nasıl olacak?
Öte yandan Ukrayna savaşı ve ardından Çin-Tayvan gerilimi uzun zamandır dünya için yeni bir düzenin mi geldiğine yönelik tartışmaları da alevlendirmiş durumda.
Prof. Balta bu tarz dönemlerin uluslararası ilişkiler disiplininde geçiş dönemleri olarak görüldüğünü belirterek bunu şöyle anlatıyor:
“Eski hegemonik aktörün askeri gücü vardır, ancak iktisadi gücü zayıflamaktadır. Yeni yükselen güç ise ekonomik olarak başarılıdır, ancak bunu askeri ve kurumsal güçle henüz tamamlayamamaktadır. Ya da askeri ve kurumsal liderlik yetenekleri zayıftır.”
Bu geçiş döneminin nasıl çözüleceğini, yeni bir dengenin nasıl oluşacağını veya oluşup oluşmayacağının henüz bilinmediğini söyleyen Balta, “ABD gücünü yitiriyor ve Çin eninde sonunda küresel sistemin lideri olacak diyemeyiz. Çünkü bu dönüşüme eşlik eden hem iklim krizi gibi büyük tehditler var, hem de ciddi teknolojik sıçramalar. Bu çok belirsiz bir dönem” diyor.
Küresel düzenin “idaresine” dair en önemli dönüşümü ise ABD’nin pozisyonundaki değişiklik olarak gören Balta, “ABD ben artık bu sistemin maliyetlerini ödemek istemiyorum, bu sistem artık benim yararıma işlemiyor diyor. Maliyetleri paylaşmak ve sistemin temel dinamiklerini değiştirmek, odağını da Çin’in kapitalist yükselişini durdurmaya ve sınırlamaya aktarmak istiyor” yorumu yapıyor.
Doğan ise şu an her ne kadar Ukrayna krizi ile Rusya’nın uluslararası düzene getirdiği savaş atmosferi daha çok dikkatleri çekmiş olsa da aslında yeni bir olası soğuk savaşın ABD ile Çin arasındaki mücadele ile somutlaşacağını belirtiyor.
Çin’in uluslararası yatırımları, yürüttüğü projeler ve girdiği çok taraflı iş birlikleri ile tüm dünyayı sarmış durumda olduğuna dikkat çeken Doğan, buna karşılık ABD’nin etkisi altına aldığı ülkeler kadar sistemde, tıpkı Soğuk Savaş’taki gibi bağlantısız kalmak isteyen, Çin’in yanında yer alan veya her iki tarafla da süreci farklı odak alanlarında yürütmeyi strateji olarak belirleyen ülkelerin olabileceğini söylüyor.