Festival ve konser iptalleri: Kültürel gettolaşma uyarısı
Festival yasakları ve konser iptalleri ile gündeme gelen muhafazakâr grupların kültürel hayattaki etkisinin arttığı gözlemleniyor. Doç. Dr. Cangül Örnek’e göre kültürel gettolaşma daha keskin hale gelebilir.
Muhazakâr grupların baskısıyla festival ve konser yasaklamalarının son örneği pop şarkıcısı Hande Yener’in başına gelenler oldu. 2009 yılında katıldığı Onur Yürüyüşü’nden bir fotoğrafla hedef gösterilen Hande Yener’in 9 Temmuz tarihli Balıkesir konseri edildi. Sosyal medya hesabında sıklıkla İsmailağa Cemaati’yle ilgili paylaşımlarda bulunan Müdafaa-i İslam Hareketi Başkanı Erdem Özveren’in yaptığı çağrı, sosyal medyada destek buldu. Belediyeyi arayan Özveren, konuştuğu yetkiliye AKP’li Tekirdağ Süleymanpaşa Belediye Başkanı Cüneyt Yüksel’in görevden alındığını da hatırlattı. Yüksel, hükümeti eleştirdiği için hedef gösterilen şarkıcı Melek Mosso’nun konserini tepkilere rağmen iptal etmediği için eleştirilmişti.
“Hande Yener konseri, muhafazakâr derneklerin tehdit içeren tepkileri nedeniyle mi yasaklandı?” sorusunu sormak için aradığımız Balıkesir Büyükşehir Belediyesi ise konuyla ilgili açıklama yapmayacağını söyledi. Konuştuğumuz yetkili “Bir iptal değil, isim değişikliği olmuştur” ifadesini kullandı. Sahneye çıkmasına saatler kala konseri iptal edilen Yener de “Her türlü görüşe saygı duyuyorum ancak bazen birbirimizin sesi olmamız gerekir. Ben yasaklanacak bir şey yaptığımı düşünmüyorum” ifadelerini kullandığı bir gönderi paylaştı.
Sanat Özgürlüğü İzleme Platformu’nun (SÖZ) verilerine göre, 2022’de başlayan ve özellikle kadın sanatçıların sahne aldığı konserlerin iptaliyle gündeme gelen etkinlik yasakları, 2023’ün ilk altı ayında da devam etti. Türkiye’de geçen yıl 14 festival çeşitli gerekçelerle yapılamazken bu yılın ilk altı ayında 14 etkinlik iptal edildi veya yasaklandı. Sanatçılar ayrıca 27 kez hakarete ve hedef göstermeye maruz kaldı, tehdit ve saldırıya uğradı.
Yasaklatma süreci nasıl işliyor?
Bir festival ya da konserin iptal edilmesi ya da yasaklanması süreçleri ise birbirine benzer şekilde gelişiyor. Milli ve manevi değerlere zarar verdiği, gençleri alkole ve uyuşturucuya özendirdiği iddialarıyla yapılan yasak çağrılarında, sosyal medya üzerinden belediyelere, valiliklere yönelik etiket kampanyası yapılıyor. Ardından bu kurumlar telefonla aranıyor ve CİMER’e şikayet yazılıyor.
Konserlerin yasaklanmasını isteyenler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın LGBTİ+’larla ilgili söylediği sözleritaleplerine dayanak olarak gösteriyor. Gruplar, “Cumhurbaşkanımız da karşı” argümanıyla AKP’li belediyeler üzerinde bir baskı oluşturuyor. Ardından iptal ya da yasak kararı geliyor.
6 Temmuz tarihinde Balıkesir Sivil Toplum Platformu ismiyle bir araya gelen 25 muhafazakâr dernek ise daha da ileri giderek “Festivallerde yapılan yanlışlara dur diyelim” başlıklı bir bildiri yayınlandı. İmzacıları arasında MÜSİAD, TÜGVA, İlim Yayma Cemiyeti ve İHH gibi iktidara yakın derneklerin de yer aldığı bu oluşum, festivallerin toplumun ahlakını bozduğunu ve gençleri isyana yönelttiğini savundu. Platform, haremlik-selamlık uygulamaların olduğu helal eğlenceler düzenlenmesi önerdi.
“Gençler, dijital platform izleyicisi olarak eve hapsolacak”
Peki hazırlık dönemi aylarca süren festivaller nasıl bu kadar kolay yasaklanabiliyor?
Maltepe Üniversitesi’nden siyaset bilimci Doç. Dr. Cangül Örnek, bu soruya yanıt verirken “laiklik karşıtı muhafazakâr grupların hukuksuzluk ve tepkisizliğin yarattığı boş alanda iktidarı arkasına alarak bu konserleri yasaklatabildiğini” söylüyor. Örnek, “Ortada çok ciddi bir kanunsuzluk rejimi var. Herkesin toplumsal hayata istediği gibi yön verebileceğini düşünebildiği tuhaf bir durum ortaya çıkmış durumda” ifadelerini kullanıyor. Doç. Dr. Örnek, kültürel kamplaşmayı keskinleştiren bu yasaklarla iktidarın kendi tabanını konsolide ettiğini ve derinleşen kent yoksulluğuyla ilgili tartışmaları geri planda tutmaya çalıştığını düşünüyor.
Peki organize ettikleri kampanyalarla festival ve konser yasaklatabilen bu grupların hareket alanı genişliyor mu?
Laiklik karşıtı hareketlerin devletten bağımsız sivil bir mesele olarak düşünülemeyeceğini belirten Örnek’e göre, hükümet şu anda bir tarikatlar koalisyonu gibi çalışıyor:
“Türkiye, uygulamada laik bir ülke değil. Laiklik sadece bir anayasa ilkesi olarak var. Şu anda aklınıza gelebilecek her kurum, tarikatlarla paylaşılmış durumda. Bu gruplar sayıca az olsalar bile devletin sağladığı olanaklarını kullanarak güçleniyorlar.”
“Yasakların kültürel gettolaşmayı daha keskin bir hale getirebileceğini” düşünen Örnek, bunu şöyle açıklıyor:
“Yani İzmir’de bazı şeyler yapılabilecek ama Balıkesir gibi bir yerde yapılamayacak. Sadece bazı kentlerde, bazı muhalif belediyelerin hâlâ varlık sürdürebildikleri yerlerde kültür sanat alanında birtakım faaliyetler yapılacak. Ama orada da bir otosansür mekanizmasının işlemeye başladığını göreceğiz. Tepki çekmekten, bununla gündeme gelmekten kaygılanan yöneticiler olacaklar.”
Festivallerin yasaklanmasıyla gençlerin yan yana gelme kanallarının kapatıldığını belirten Doç. Dr. Örnek, “Dolayısıyla farklı düşünen, farklı sınıfa mensup olan gençler arasına çok net bir duvar çekilecek. Bu gençler ev yaşamına hapsolacaklar ve dijital platformların izleyicisi olarak kalacaklar” diyor.
“Anayasal haklar siyaset tarafından kısıtlanamaz”
Koç Üniversitesi’nden siyaset bilimci Prof. Dr. Ali Çarkoğlu da muhafazakâr grupların kültürel hayata etkisinin Türkiye’de uzun bir geçmişe sahip olduğuna işaret ediyor. Çarkoğlu, “Buna kesin artıyor, şöyle bir ölçüme ulaştık diye cevap vermemiz çok zor. Türkiye’de bu tür gruplar ve onların ilişki içinde oldukları siyasetçiler, değişik karakterler her zaman vardı” diyor.
Tartışmaya “Bu grupların etkisi artıyor mu?” sorusu yerine “Bu grupların tepkileri kabul edilebilir tepkiler midir değil midir?” sorusuyla devam etmek gerektiğini savunan Çarkoğlu, sözlerini “Bu tepkiler nedeniyle birtakım faaliyetlerin kısıtlanmasına yol açan gelişmelerin de karşısında durmak lazım” şeklinde sürdürüyor.
LGBTİ+ haklarının insan hakları olduğunu veinsan hakları temelinde yapılan bir tartışmanın yasaklara gerekçe olamayacağını vurgulayan Prof. Dr. Çarkoğlu, anayasal hakların siyaset tarafından kısıtlanamayacağına dikkat çekiyor.
“Bu siyasete bırakılamayacak kadar önemli bir konu. Olmayan suçlar varmışçasına kısıtlayıcı bir kamusal alan hukuku yaratmaya girişmek pek kabul edilebilecek bir şey değil. Buna karşı direnmek lazım. Birtakım varsayımlar ve pozisyonlar üzerinden ‘Kardeşim sana konser yok, sana panel düzenletmiyorum, burada konuşamazsın’ gibi bir noktaya gelirse Türkiye, oradan çıkışımız mümkün değil.”
“Bir milyon insanın ekmek kapısıyla oynanıyor”
Uygulanan sahne yasakları nedeniyle pandemide işsiz kalan müzisyenler, döviz kurundaki artış sebebiymelek mossole müzik aletlerine ve sistemlerine erişmekte de zorluk yaşıyor. Müzisyenlerin güvencesiz koşullarda günlük kazançla çalıştığını hatırlatan Müzik Yorumcuları Meslek Birliği (MÜYORBİR) Başkanı Burhan Şeşen, “Zaten çok zor durumda olan müzik sektörü bir de bu yasaklarla tamamen keyfi sebeplerle cezalandırılıyor” diyor.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Şeşen, müziği siyasetin baskısından kurtarmak için görüşmeler yaptıklarını ancak henüz somut bir sonuç alamadıklarını belirtiyor:
“Kültür Bakanlığı’nın buna çok yapacağı bir şey yok aslında, bu direkt İçişleri Bakanlığı’nın yerel yönetimlerin uhdesinde olan bir şey.”
Türkiye’de giderek artan kutuplaşmanın müzisyenleri yorduğunu belirten Şeşen, 25 muhafazakâr derneğin imzasıyla yayınlayan ve festivallerin iptal edilmesini isteyen bildiri için ise “Bu, aileleriyle beraber 1 milyonu aşkın insanın ekmek kapısıyla oynamak demektir” diyor. Şeşen, yasakların Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerini iyileştirmeyi umduğu bu süreci de zedelediğini ifade ediyor:
“Bir yandan AB’ye girmeye çalışıyoruz bir yandan ‘helal eğlence’ diye bir kavram üretmeye çalışıyoruz. Cumhurbaşkanımız AB’ye girmeye çalışırken haremlik selamlık uygulamasına geçmenin mümkünatı yok. Türkiye bir yolu seçmek zorunda. Bizim tabii ki yolumuz, çağdaş medeniyet yolu. Ayrıca Müslüman bir genç konsere gitti diye bir anda namazı bırakıp içkiye başlamaz. Onun için biraz frene basmalarında fayda var. Müzik birleştiren bir güçtür. Biraz da bu gözle baksınlar.”
Otosansür normalleşiyor mu?
Kültür sanat üreticileri, hedef gösterilme endişesi ile hem kamuoyu önünde hem de sosyal medyada kullanacağı ifadeleri seçerken de iki kere düşünmek zorunda kalıyor. İmam hatip liseliler hakkında yaptığı bir şaka nedeniyle önce sosyal medyada hedef gösterilen ve ardından tutuklanan şarkıcı Gülşen’in başına gelenler, bu endişenin başlıca nedenlerinden.
Kültür sanat gazetecisi Özlem Altunok, bu nedenle otosansürün Türkiye’de içselleştirildiğini söylüyor. Kültür sanat alanındaki yasakları izleyen Susma Platformu’nun 2016-2019 yılları arasında yürütücüsü olan Altunok, platformun 2019 yılında yaptığı sansür araştırmasını hatırlatıyor: “Ankete katılanların yüzde 79’u ‘otosansür yapmadan Türkiye’de yaşamak mümkün değil’ diyordu.”
Gazeteci Altunok, sansürün Türkiye’de her dönem uygulandığını ancak Gezi Parkı protestolarından sonra yasakların çeperinin genişletildiğini belirtiyor. Altunok’a göre yasaklar, seçimden sonra daha sistematik bir hale geldi:
“Kültür ve sanatın insanları kendiliğinden bir araya getiren kimyasının, yaratıcı ve özgür doğasının, eleştirel gücünün farkında oldukları için sansür uyguluyorlardı şimdiye kadar, artık varlığından rahatsızlar.”
DW Türkçe’ye VPN ile nasıl ulaşabilirim?