Şili: Depremin “kader” olmadığını kanıtlayan ülke
Tüm dünyaya deprem felaketinin kader olmadığını kanıtlayan Şili’nin Ulusal Sismoloji Merkezi Direktörü Sergio Barrientos, “Her büyük deprem bize, bina deprem yönetmeliklerine eklenecek yeni şeyler öğretiyor” dedi.
Geçmişte yaşadığı acı deneyimlerden çıkardığı dersler sonucunda aldığı tedbirlerle deprem felaketinin kader olmadığını kanıtlayan Şili, şu an deprem hazırlığı konusunda dünyaya örnek olarak gösterilen bir ülke.
1960 yılında gerçekleşen ve 9,5’lik büyüklüğüyle dünyanın ölçülen en büyük depremi olan felaket dâhil çok sayıda şiddetli sarsıntı geçiren Şili, artık büyüklüğü 8’in üzerindeki depremlerde dahi büyük bir yıkım yaşamıyor.
Şili’nin deprem stratejisinin belirlenmesinde en önemli kuruluş olan Ulusal Sismoloji Merkezi’nin (CSN) başındaki Sergio Barrientos ile Kasım 2020’deki söyleşimizde, “deprem kaderi”ni yenen bu Güney Amerika ülkesinin neyi doğru yaptığını konuşmuştuk. CSN Direktörü Barrientos, Türkiye’yi yasa boğan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından sorularımızı yanıtladı.
DW Türkçe: Türkiye’de peş peşe gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremler neden bu kadar yıkıcı oldu?
Sergio Barrientos: Depremlerin yol açtığı hasarda birçok faktör rol oynar. Ancak birinci derecedeki unsurları dört maddede sıralayabiliriz. İlki, depremin büyüklüğü. İkincisi, depremin kaynağı ile etkilenen alan arasındaki mesafe. Üçüncüsü, yapıların bulunduğu toprak türü. Konsolide olmamış topraklar, belli tipteki sismik dalgaların gücünü ciddi oranda artırabiliyor. Bunun en uç örneği Meksiko’da 1985’te meydana gelen depremde yaşandı. Belli bölgelerdeki yapılar, depremin merkezinden 350 kilometre uzakta olmalarına rağmen büyük hasar gördü. Ve elbette yapının depreme dayanıklı tipte olması. Ancak bu çok uzun bir yol. Çünkü hep nasıl daha iyisini inşa edebileceğimize dair yeni şeyler öğreniyoruz. Her büyük deprem bize, bina deprem yönetmeliklerine eklenecek yeni hususlar öğretiyor.
Depremler Suriye’nin kuzeyi dâhil geniş bir bölgeyi vurdu. Hatta Danimarka jeolojik araştırma enstitüsü, Türkiye’deki depremlerin Grönland’dan dahi hissedildiğini duyurdu. Türkiye’deki depremler nasıl bu kadar geniş bir alanda hissedildi?
7,7’lik bir deprem, büyük bir deprem. Sismik kaynağa yönelik ilk modellemeler, 100 kilometreden uzun ve 20 kilometre genişliğinde (kabaca düşey düzlemde yeryüzünden yaklaşık 20 kilometrelik bir derinliğe doğru) bir kırılmayı ortaya koyuyor. Fayın bir tarafının diğerine nazaran yaklaşık 10 metre kaydığını görüyoruz. Grönland, depremin merkezinden yaklaşık 5 bin kilometre uzakta. Dolayısıyla dalgaların zayıflayacağı ve bunların sadece çok hassas enstrümanlarca kaydedilebilmesi beklenecektir. Hatta insanların uygun koşullar varsa (çok sessiz bir ortamda sırt üstü uzanmışken, çünkü insan vücudu sırt üstü uzanırken daha duyarlıdır) bu uzaklıktaki bir depremi hissetme ihtimali olabileceğini düşünebilir. 1994’te de Bolivya’da meydana gelen 8,2 büyüklüğündeki deprem Toronto’da dahi hissedilmişti. Yani depremin merkezinden yaklaşık 8 bin kilometre uzaklıkta.
Kısa süre içinde neredeyse aynı büyüklükte iki deprem gerçekleşmesi olağan bir durum mu?
En yaygın durum, büyük depremlerin ardından genellikle büyüklük bakımından bir birim düşük olan şiddetli bir artçı şok yaşanmasıdır. Türkiye’deki 7,7 büyüklüğündeki depremde en büyük artçının 6,7 ile 6,9 arasında olması beklenirdi. Ancak doğa bizi her zaman şaşırtır. Şili’de 1960’ta yaşandığı gibi, ikinci depremin ilkinden büyük olduğu durumlarla bile karşılaştık. Ya da bazen aynı bölgede kısa süre içinde aynı büyüklükte iki depremin yaşandığı da oldu.
Bilim insanları ikinci depremin bir artçı şok mu yoksa ayrı bir deprem mi olduğu konusunda görüş birliğine varabilmiş değil. Bazı sismologlar bunun ayrı bir deprem değil, bir artçı sarsıntı olduğunu savunuyor. Aynı zamanda bir jeolog olan AFAD Deprem Risk Azaltma Genel Müdürü Prof. Dr. Orhan Tatar ise ayrı bir deprem olduğunu belirtiyor. Sizce hangi görüş haklı?
Her ikisi de haklı! Biz iki ayrı depremin farklı yerlerde gerçekleşip gerçekleşmediği ya da farklı odak mekanizmaları sergileyip sergilemediğinin ayrımına, sismologların geliştirdiği yeni alet ve araçlar sayesinde ancak son dönemde varabiliyoruz. Odak mekanizması, fayın geometrisi ve iki tarafı arasındaki göreceli harekettir.
Her iki görüş de genel baskı durumuyla tutarlı. Ama farklı faylarda farklı mekanizmalarla oluyorlar.
Bundan birkaç yıl öncesine kadar, istasyon sayısı yetersizliği nedeniyle farklı deprem merkezlerinin yerini ayırt edemiyorduk. Kaynak mekanizması konusundaki ayrımda ise daha da başarısızdık.
İkinci deprem, artçı şokları büyük bir depremin ardından aynı bölgede birkaç gün içinde meydana gelen daha küçük depremler olarak tanımlayan Amerikan Jeolojik Araştırma Merkezi’nin (USGS) bu kriterine uyuyor. Ancak bu depremlerin “genelde” aynı fay hattı üzerinde gerçekleştiğini belirttiği bölümü karşılamıyor. Zira biz Türkiye’deki iki depremin farklı fay hatlarında gerçekleştiğini biliyoruz. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, ikinci deprem için “tetiklenmiş” deprem ifadesini kullanmak daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.
Şili’de geçmişte yaşanan büyük depremlerle Türkiye’de gerçekleşen son depremleri karşılaştırdığınızda ne görüyorsunuz?
En büyük farkın Türkiye’deki depremlerin yüzeye daha yakın noktalarda gerçekleşmesi olduğunu düşünüyorum. Bu da dalgaların büyüklüğünde (ivme ve hızında) muazzam bir farka neden oluyor. Şili’deki büyük depremlerde yüzlerce kilometrelik kırılmalar oluyor. 2010 yılında gerçekleşen 8,8 büyüklüğündeki depremde 400 kilometreyi aşkın bir alanda kırılma yaşandı. Her ne kadar bu depremler büyüklük açısından daha büyük olsa da kırılan alanlar genelde 35-40 kilometre derindeydi. Yüzeye olan bu uzaklık, yüksek frekanslı dalgaların zayıflaması için yeterlidir. Ancak Türkiye’de böyle bir durum söz konusu değildi.
Türkiye yeni şiddetli deprem ya da artçı şoklara hazırlıklı olmalı mı?
Deprem bölgesindeki ülkelerin depremlerden kaçınma şansı yok. Bu depremler, yıllarca hatta bazen yüzyıllarca ya da binlerce yıl devam ederek biriken baskıların sonucunda oluyor. Bu baskıları dindirecek büyük bir deprem üretme aşamasına geliyorlar. Dolayısıyla bu depremlere karşı alınabilecek en iyi tutum, depremleri oluşturan güç tipleri üzerine çalışıp altyapı ve binaları bunlara dayanabilecek şekilde hazırlamak. Eğitimle de birlikte bu olaylardan önce, bu olaylar sırasında ve bu olayların ardından nasıl davranacağını bilmek, deprem tehdidiyle baş etmek için doğru yöntem.
Depreme hazırlıklı olma konusunda örnek gösterilen bir ülkenin yetkilisi olarak, Türkiye gibi deprem kuşağındaki ülkelere ne tavsiyede bulunursunuz?
Şili’de depreme dayanıklı mühendisliğin çok ilerlediğine inanıyorum. Ama benim kişisel izlenimim şu ki doğa bizi şaşırtabilir. Aldığımız çok sayıda acı dersle, son dönemdeki dalma batma kuşağı olaylarına bir şekilde uygun biçimde karşılık vermeyi başarabildik. Fakat yapı yönetmeliklerimize dâhil etmediğimiz çok uzun vadeli senaryolar olabilir. Ayrıca tsunami riski de bu tehlikeye yönelik uygun yönetim planları yapılmasını gerektirir.