ABD Türkiye’deki seçim sürecini büyük bir dikkatle izliyor
Washington’un nabzını yakından tutan uzmanlar, Biden yönetiminin Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerden beklentilerini ve olası senaryolara hazırlıklarını DW Türkçe’ye değerlendirdi.
Washington, 14 Mayıs seçimlerine geri sayımın başladığı Türkiye’deki gelişmelerin an be an takip edildiği başkentlerin başında yer alıyor.
ABD’nin saygın düşünce kuruluşu Alman Marshall Fonu’nun Başkan Yardımcısı Ian Lesser, bunun nedenlerini DW Türkçe’ye anlattı.
Geçmişte ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Türkiye’den sorumlu siyasi planlama ekibinde yer alan ve Türkiye konularında en deneyimli Amerikalı uzmanlardan biri olarak görülen Ian Lesser, “Türkiye’deki seçim süreci Washington tarafından büyük bir ciddiyet ve dikkatle izleniyor çünkü seçimler, gayet tabii ki öncelikle Türkiye ve Türk halkı için ama aynı zamanda ABD başta olmak üzere, Türkiye’nin uluslararası partnerleri için büyük öneme sahip” dedi.
Washington’un beklentileri
Lesser, Washington’da Türkiye’deki seçimlerin “Türk demokrasinin canlılığını kanıtlar nitelikte” ve “adil” olması konusunda beklenti bulunduğunu vurgularken, ayrıca seçimlerden sonra Türkiye ile ilişkilerde yeni bir sayfa açılabilmesinin de umut edildiğini kaydetti.
“Kazanını kim olursa olsun seçimler son yıllarda kötüleşen ABD-Türkiye ilişkilerine mümkün olduğu ölçüde reset atmak için önemli bir fırsat sunabilir” diyen Lesser, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalması halinde, ABD yönetiminin uzlaşı sağlanması mümkün alanlarda görüş ayrılıklarını gidermeye, bu yolla ilişkileri olabildiğince istikrarlı bir dengeye oturtmaya çalışacağını kaydetti.
“Kılıçdaroğlu daha köklü bir değişim fırsatı sunar”
Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun galibiyetinin ise Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden güçlenmesini sağlayabilecek daha köklü bir değişim için fırsat sunabileceğini belirten Lesser, şu değerlendirmeyi aktardı:
“Washington ile Ankara arasındaki güvensizlik ve Türk kamuoyunda ABD’ye duyulan güvensizlik, ABD ile Türkiye arasındaki görüş ayrılıkları tabii ki birden yok olup gitmeyecek. Ama Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi daha yapıcı bir başlangıç yapma imkanı sunar. Ukrayna’daki gelişmeler, NATO’ya üye olmanın ve bu ittifakın sağladığı güvenlik garantilerinin ne denli önem taşıdığını gözler önüne seriyor. Ama bu güvenlik garantileri Türkiye tarafından çantada keklik olarak da görülmemeli. Çünkü bunlar büyük ölçüde siyasi işbirliğine dayanıyor. Kanımca bu nedenle seçimler sonrasında Türkiye, son yıllarda Batı ile kötüleşen ilişkilerini onarmaya çalışacaktır.”
Amerikalı uzman Lesser ayrıca ABD ile işbirliğini iyileştirme vaadinde bulunan Kılıçdaroğlu’nun seçim galibiyetinin özellikle ABD Kongresi’nin Türkiye’ye yönelik tutumunda büyük değişimi beraberinde getirebileceğine işaret etti.
Muhalefetin galibiyeti F-16 düğümünü çözer mi?
Son yıllarda pek çok krizin yaşandığı ABD-Türkiye ilişkilerinde büyük ölçüde “al-ver” diplomasisi olarak adlandırılan, transaksiyonel ilişki formatı öne çıkıyor.
Erdoğan’ın Finlandiya’nın NATO üyeliğine onay vermesi ve Rusya’ya uygulanan yaptırımlara uymaya dönük adımlar atması karşılığında Biden yönetiminin geçen hafta Ankara’nın F-16’ların modernizasyonu için taleplerinin küçük bir bölümüne, 250 milyon dolar tutarındaki ekipman talebine yeşil ışık yakması, Ankara-Washington hattında yürüyen al-ver diplomasisine örnek olarak gösteriliyor.
Ancak Türkiye’nin asıl talep ettiği 20 milyar dolarlık F-16 satış ve modernizasyon talebi Kongre’nin muhalefeti nedeniyle hâlâ rafta. Biden yönetiminin, Türkiye’nin seçimlerden sonra İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması halinde bu talebinin karşılanması yönünde ilave adımlar atabileceği belirtiliyor.
Kılıçdaroğlu’nun kazanması ve yeni hükümetin demokraside, dış politikada yapıcı adımlar atması durumunda ise Kongre’nin Türkiye’nin hava kuvvetlerini modernize etme talebine yeşil ışık yakmakta daha esnek hareket edebileceği kaydediliyor.
Halkbank sancısı
Bu arada ABD Yüksek Mahkemesi 19 Nisan’da Halkbank davasıyla ilgili olarak zamanlaması ve içeriği dikkat çekici bir karara imza attı.
Mahkeme, Halkbank’ın ABD’de yargılanamayacağı yönündeki itirazını reddetti, Halkbank’ın bu itirazını dayandırdığı Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası’nın (FSIA) cezai kovuşturmalarda uygulanamayacağına hükmetti.
Ancak mahkeme aynı zamanda Halkbank’ın “teamül hukuku kapsamında yargılanamayacağı” itirazını dikkate alarak, dosyayı teamül hukuku bakımından yeniden incelemesi için İkinci İstinaf Mahkemesi’ne iade etti.
Siyasi gözlemcilere göre, İran yaptırımlarının delinmesi nedeniyle Halkbank’a karşı ABD’de süren ve 20 milyar dolarlık bir cezaya yol açabileceği belirtilen dava, Amerikan yönetiminin Erdoğan üzerinde tuttuğu “Demokles’in kılıcını” andırıyor.
Politik risk danışmanlığı hizmeti veren Teneo’nun Eş Başkanı ve küresel risk uzmanı Dr. Wolf Piccoli, DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, “Bu, yakın tarihte yaptırımları kasıtlı bir biçimde delmek için girişilen en büyük organizasyon” dedi.
Yargılama süreci takvimine ilişkin belirsizliğin sürdüğünü, ancak verilecek kararın sonuçlarının hem siyasi hem de ekonomik açıdan büyük önem teşkil edebileceğine işaret eden Piccoli, “Halkbank’ın suçlu bulunması, Ankara’da iktidarda kim olursa olsun, Türk hükümeti ve Türkiye’nin imajı açısından utanç verici olacaktır. Ayrıca, milyarlarca doları bulacak bir ceza ihtimali, hem Türk ekonomisine hem de Türkiye’nin en büyük ikinci bankasına zarar verme ihtimalini doğurabilir” diye konuştu.
Biden yönetimine Türk demokrasisine destek çağrısı
Türk siyaset sahnesindeki gelişmeleri yakından izlendiği ABD’de, Biden Yönetimi’ne, “Demokratik bir Türkiye’yi” destekleme” çağrıları da yapılıyor.
Bu çağrılardan biri de, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman ve Demokrasileri Savunma Vakfı (FDD) kıdemli uzmanı Sinan Ciddi’nin imzalarını taşıyor.
Edelman ve Ciddi, birlikte kaleme aldıkları ve The National Interest‘te yayımlanan yazıda, “Mevcut koşullar altında, özgür ve adil seçimler yapılsa, Erdoğan’ın Kemal Kılıçdaroğlu karşısında kaybedeceği kesin. Ancak seçimlerin özgür ya da adil olacağı kesin olmaktan uzak” görüşü aktarılıyor.
“Demokratik bir Türkiye’nin varlığını sürdürebilmesi, ABD’nin çıkarınadır” ifadelerine yer verilen ve yeniden Batı İttifakı’nın güvenilir ve ayrılmaz bir parçası olabilmesi için Türkiye’de demokratik bir iktidar değişikliğinin gerekli olduğuna işaret edilen yazıda, “Washington, Türkiye’de demokratik seçimlerin desteklenmesi için güçlü bir çağrı yapmalıdır” denildi.
“Rusya’nın olası müdahalesi teşhir edilsin”
Sinan Ciddi, Edelman ile birlikte neden böyle bir yazı kaleme aldıklarını DW Türkçe’ye anlattı.
Ciddi, “Erdoğan’ın Türk demokrasisine verdiği zarar ve tahribatın artık askeri darbelerin verdiği zarardan daha fazla olduğunu düşünüyorum. Erdoğan iktidarı artık sadece Türkiye’nin demokratik geleceği için bir tehdit oluşturmuyor, AKP iktidarı aynı zamanda Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada var olan veya gelişmekte olan antidemokratik kampı cesaretlendirici etkide bulunuyor. Erdoğan’a benzer yönetimler, dünyada İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana oluşturulan saydam, şeffaf, topluma hesap verebilen yönetim tarzına karşı cephe oluşturuyorlar” diye konuştu.
“Peki, ABD Türkiye’de seçimlerin adil ve özgür olması için nasıl destek verebilir” sorusunu yanıtlayan Sinan Ciddi, şunları kaydetti:
“ABD yönetimi, elinde Rusya’nın seçimlere müdahalesi ile ilgili olarak elinde ne kadar bilgi varsa, hem Türkiye’de iktidara, hem de muhalefete vermelidir. Rusya Federasyonu, 2016’dan itibaren Amerikan seçimlerine ve bütün Batı demokrasilerindeki seçimlere, açıkça müdahale etti ve bu ispatlandı. ABD ve Batılı devletler muhtemelen bu konuda artık çok bilgi sahibi ve bu bilgiler Türk devleti, Yüksek Seçim Kurulu ve sivil toplum ile paylaşılmalı, nasıl önlem alınması gerektiği konusunda da telkinlerde bulunulmalı. Batı’nın Türkiye’de seçimlerin özgür ve adil yapılması için sunabileceği en önemli destek budur. Rusya’nın hamlelerinin teşhir edilmesi gerekir.”
Aynı zamanda ABD’nin Deniz Piyadeleri Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Sinan Ciddi ayrıca ABD Yönetimi’nde Erdoğan’ın bir beş yıl daha iktidarda kalacağı yönünde bir öngörünün var olduğu bilgisini de paylaştı.
“Biden yönetiminde, sorunlu olsa da Erdoğan ile ilişkileri yönetmenin formülünün bulunduğu kanaati var” diyen Ciddi, “Bu formül de, ‘Bakın Finlandiya’nın NATO’ya girmesini sağlayabildik, karşılığında da Ankara’yı küçük F-16 modernizasyon paketiyle kısmen ödüllendirdik’ diye anlatılıyor. Ayrıca seçimleri kazanması halinde de Erdoğan’ın ABD’ye İsveç’in NATO üyeliği, S-400’lerin üçüncü bir ülkeye transfer edilmesi gibi, ilişkileri normalleştirmeye yönelik adımlar atacağı mesajını verdiği yönünde duyumlar da var” dedi.
Türkiye demokrasisi için son fırsat mı?
Öte yandan kimi Batılı uzmanlar, seçimlerin Türkiye için “tarihi” öneme sahip bir yol ayrımını temsil ettiğine, seçmenlerin oylarıyla demokrasi ile otokrasi arasında bir tercih yapacaklarına, bu tercihin aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası siyaset sahnesindeki konumunu, jeopolitik kimliğini de etkileyeceğine dikkat çekiyorlar.
Ancak ABD’li Brookings Enstitüsü uzmanlarından Ömer Taşpınar, Erdoğan’ın göründüğü kadar güçlü, Türkiye’nin de Rusya ya da Çin gibi otoriter bir ülke olmadığı görüşünde.
“Erdoğan kazansa da, kaybetmeye mahkum”
Taşpınar, Asia Times‘ta yayımlanan analizinde, Batı’da Türkiye demokrasisinin olgunluğuna duyulan güvensizlik gibi Türkiye’de de Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi durumunda çekileceğine, barışçıl bir iktidar değişikliğinin mümkün olduğuna inanmakta zorlanan kesimler olduğuna dikkat çekerek, bunu “kaderci bir teslimiyet algısına” benzetti.
Aynı telaşlı yaklaşımın, bu seçimleri “Türkiye’nin diktatörlüğe kaymadan önceki son şansı” olarak görenlerde de gözlemlediğine işaret eden Taşpınar, bunun “Türkiye gerçeklerini göz ardı eden bir yaklaşım” olarak nitelendirdi.
Taşpınar, “hiç olmadığı kadar güçsüz konumda” ve “varoluşsal bir mücadele” veriyor dediği Erdoğan için, “Devasa cumhurbaşkanlığı sarayını çevreleyen duvarların ardındaki Erdoğan, gerçeklikten kopuk ve etrafı dalkavuklarla çevrili, yalnız bir adam” ifadelerini kullandı.
İnşa ettiği tek adam rejiminin Erdoğan’ı güçlendirmeye yetmediğine işaret eden Taşpınar, “Erdoğan 14 Mayıs’ta kazanırsa, bunu yönetme yetkinliği, ya da asgari ücreti artırmak veya emeklilik yaşını düşürmek gibi popülist politikaları sağlamış olmayacak. Kazanırsa şayet, çok fazla sayıda insan hâlâ onun siyaseten yenilemez olduğuna inandığı için kazanır” görüşünü aktardı.
DW Türkçe’ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?