Berk Esen: Muhalefetin içeriden çürüme tehlikesi var
14 Mayıs öncesinde muhalefeti uyaran görüşleri nedeniyle bazı kesimlerin eleştirilerine uğrayan Esen, yerel seçimler öncesinde ise “muhalefetin içeriden çürümesi” tehlikesine dikkat çekiyor.
Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri artık geride kalırken, bu sonuçlarda Cumhur İttifakı’nın devlet ve medya olanaklarını sonuna kadar kullanmasının yanı sıra Millet İttifakı’nın yaptığı çeşitli hataların da önemli rol oynadığına dair tartışmalar sürüyor.
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Siyaset Bilimci Berk Esen’e göre muhalefet partilerinin bu hataların muhasebesini kendi içlerinde ne kadar yapacağı ve ne gibi değişimlere gidecekleri 10 ay sonraki yerel seçimler için önemli olacak.
14 Mayıs öncesinde muhalefeti uyaran görüşleri nedeniyle bazı kesimlerin eleştirilerine uğrayan Esen, yerel seçimler öncesinde “muhalefetin içeriden çürümesi” tehlikesine dikkat çekiyor.
Berk Esen DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı:
DW Türkçe: Seçimler arkada kaldı ama sonuçları hâlâ tartışılıyor. Sizce bu seçimin ortaya koyduğu sonuçlar neler?
Berk Esen: Türkiye benim de içinde yer aldığım siyaset bilimcilerinin rekabetçi otoriter olarak nitelendirdiği bir rejim. Bu sistemde seçimler düzenli yapılmakla birlikte siyasi partiler arasındaki oyun alanı yani mücadele alanı eşit değil. Dolayısıyla bu seçimler de serbest ve adil olmadı. Neden? Çünkü; kamu kaynakları iktidar partisinin adayları tarafından seçimi kazanmak için sistematik bir şekilde kullanıldı. Bürokrasi büyük oranda ve hatta yargı partizan bir şekilde iktidar lehine hem kampanya yaptı hem de yargı aldığı kararlarla Demirtaş’ın tutuklu tutulması, İmamoğlu’na ve Kaftancıoğlu’na gelen yasak gibi gelişmelerle siyasetin oyun sahasını daralttı.
Kampanyaya bakacak olursak; medyanın yani ulusal medyanın özellikle önemli bir bölümü iktidar güdümünde. Bu zaten adeta bir futbol maçında bir takım 11, diğer takım 9 kişi bir dinamik yaratıyor. İktidar böyle bir avantajla başladı. Ekonomik kriz ve deprem iktidarı sarsmıştı ama bu sisteme dayanarak iktidar partizan şekilde yaptığı kaynak dağıtımıyla süreci kontrolünde tuttu. Ekonomik kriz vardı ama asgari ücreti arttırarak memur alımı yaparak, erken emekliliği getirerek, memur ve emekli maaşlarına zam yaparak, doğal gazı bedava yaparak, TOKİ kampanyası, ucuz kredi vb gibi çeşitli ekonomik hamlelerle seçmenlerin bir bölümü için özellikle de büyükşehirler dışında kalan yerlerdeki kendi seçmenleri için ekonomik krizin getirdiği olumsuz tabloyu büyük oranda dindirdi.
Deprem bölgesinde bir sene içinde evleri yeniden inşa etme sözüyle birlikte iktidar kan kaybını büyük oranda durdurdu. Zaten yapısal olarak adil olmayan bir seçim şartlarında sahip olduğu avantajlarla bu seçime girdi. Zaten çok avantajlıydı, işin büyük bir tarafı bu.
Peki bir tarafta 11, diğer tarafta 9 kişi varken bu maç kazanılabilir mi?
Mesela yerel seçimlerde muhalefet kazanmıştı ama dokuz kişiyle on bir kişinin yaptığı maçta zaman zaman dokuz kişilik takım da kazanabiliyor. Fakat kazanması için her şeyi doğru yapması gerekiyor.
Bu seçimde ise muhalefet bazı şeyleri doğru yaptı, bazı şeyleri ise yanlış yaptı. Zaten yaptığı bu yanlışlar nedeniyle yüzde 47,8’de kaldı. Aslında hiç fena olmayan bir oy oranı. Yani adil olmayan koşullara rağmen toplumun neredeyse yarısı bence muhalefetin en zayıf adayına destek verdi. Yani daha farklı bir aday mimarisinde belki daha farklı sonuç alınabilirdi. Yani muhalefetin yaptığı bir dolu doğru şey de var; bir araya gelmeleri değişim ve umut mesajı vermeleri, herkesi kapsayıcı söylemle çıkmaları bence doğruydu. Muhalefetin adayının yüzde 30’larda değil de yüzde 47,8’lere ulaşan bir seviyeye gelmesini bu olumlu hamleler yarattı.
“Aday ve aday mimarisinde yanlışlar vardı”
Peki yanlışlar neler oldu? Nerede hata yapıldı?
Bu noktada önemli bir noktanın altını çizmek istiyorum; o da aday ve aday mimarisi. Bu ikisini birbirinden ayrıştıracağım. Kemal Kılıçdaroğlu bence tartışılan adaylar içinde en zayıfıydı. Çünkü 13 senedir CHP Genel Başkanı olarak belli bir ideolojik ve siyasi bagajı var. Çok uzun süredir iktidar medyasının ona dönük yürüttüğü negatif kampanya, seçmenlerin çoğunda Kemal Kılıçdaroğlu’na dönük bir algı yarattı ve bunu beş haftalık bir kampanyayla değiştirmek mümkün değil. Adayın kendisinin de zaten yaşlı olması, karizmatik olmaması, çok yüksek enerjili bir kampanya yapamaması yani herkes ‘gecesini gündüzüne kattı’ diyor ama toplam 30 miting yaptı ve birkaç canlı yayına katıldı. Onun dışında mutfağından çektiği sosyal medyada paylaştığı videolara sıkışmış bir kampanyası vardı Kemal Bey’in. Yani bir kez adaydan kaynaklanan ciddi sıkıntılar vardı.
Türkiye zaten kutuplaşmış durumda. O kutuplaşmanın bir tarafını Erdoğan temsil ediyor, bir tarafını Kılıçdaroğlu temsil ediyor. Aynı isimlerle seçime girdiğiniz zaman aynı kutuplaşmayla devam ediyorsunuz. Bu özellikle genç seçmenler ve milliyetçi seçmenler için önemli oldu. Erdoğan karşıtlığının oy vermeleri için yeterli olmadığı seçmen gruplarını muhalefet kazanamadı. Halbuki tam tersine muhalefetin beklentisi buydu.
Muhalefetin bazı üyeleri “Kriz, deprem iktidarı zayıflattı. Erdoğan karşıtlığı yüzde 50’nin üstüne çıktı, karşısına kimi geçirsek kazanırız” diye düşündü. Bu hesap belki başka bir adayla tutabilirdi. Yani şu an muhalefet yüzde 52 ile kazanmış olabilirdi. Aradaki o farkın o tarafa değil de bu tarafa geçmesi olabilirdi.
Anketlere göre seçmenlerin yüzde 52-53’ü Erdoğan’ın devam etmesini istemiyordu. Ama önemli olan husus; boş kümeye karşı bu soruya öyle cevap veriyordu. Erdoğan’ın karşısına bir yüz geldiği zaman ise o yüze bakıp yeniden değerlendirme yapılıyor. O yüzde 52 bu nedenle bazı durumlarda 52 kalıyor, bazen 49’a düşüyor. Kılıçdaroğlu adaylığı da biraz böyle bir formüldü. Hiç değişmemiş, hep kaybetmiş ve seçmenlerin önüne hâlâ inatla getirilen bir isim.
Aday mimarisinde ise şöyle bir sıkıntı vardı; Kılıçdaroğlu altılı masa kurgusunu bu şekilde aday olabilmek için yaptı. Yani oy oranlarına ya da siyasete bakarak değil herkese aslında pratikte uygulama şansı olmayan bir eşitlik verildi. O bir kez yönetimde karışıklık ve çift başlılık hatta altı başlılık mesajı verdi seçmene. Vatandaşın kafasında “aralarında çok ciddi fikir ayrılıkları ortaya çıkınca bu insanlar nasıl yönetecek?” sorusu doğdu.
CHP Genel Merkezi Kılıçdaroğlu’nun aday olması için İYİ Parti’yi adeta çiğnedi ve adeta zayıflattı. Bunun birkaç açıdan olumsuz sonuçları oldu. İYİ Parti’nin hinterlandındaki milliyetçilere ulaşma imkanını azalttı ve bazı seçmenler MHP’ye ve onun üstünden Erdoğan’a kaydı. Bazı seçmenler ise Zafer Partisi ve onun üstünden Sinan Oğan’a kaydı. İYİ Parti eğer yüzde 13-14 alabilse meclis aritmetiği de değişebilirdi. Yani aday değişmeyip mimarisi değişseydi bile daha olumlu bir sonuç olurdu.
“70’lerde Karaoğlan ismini dağlara yazan örgüt nerede?”
Kampanya süreci sizce nasıldı?
Karşınızda bu kadar güçlü bir parti devleti varsa bununla mücadele etmek için yerele nüfuz edebilmeniz gerekiyor. Yani güçlü örgütlerinizi kullanarak, kapı kapı dolaşıp kampanya yapıp adayınızı da sokağa çekip kampanya yapabilmeniz gerekiyor.
Kılıçdaroğlu kampanyası ise tam tersi sosyal medyaya sıkıştı. 1970’lerde CHP örgütü dağlara taşlara Karaoğlan adını yazdı, 2023’lerde ise CHP örgütü şehir meydanlarında Babala TV izletti. İkinci turda 100 senelik partinin kampanyası Babala TV’yi daha fazla insan izlerse Kılıçdaroğlu algısı değişir çabasına sıkıştı.
Sürekli bir beklentileri yükseltip o beklentilere dayanarak kazanma planı yaptılar. Bunun bence siyasette çok geçerliliği bence yok. Sosyal medyanın yankı odalarına sıkışan bir kampanya oldu.
Tüm bu Kılıçdaroğlu’nu önde gösteren anketler piyasaya sürüldüğü zaman bırakın Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını, ben kampanyayı bile fark etmiyordum. Sokağa çıkıyorum ama iki haftaya seçime gidecek bir ülkeyi görmüyordum. Siz böylesine güçlü bir parti devletini sahaya inmeden nasıl yeneceksiniz? Orada da bence ciddi hatalar yapıldı.
Ayrıca bu PKK suçlamasının Anadolu’da işlediği konusu da bence biraz abartılıyor. Yani nasıl Babala TV’nin Kılıçdaroğlu’na getirdiği olumlu etki abartılıyorsa PKK suçlamasının da çok etkili olduğu biraz abartı. Asla hafife almıyorum. Ama bu saydığım yapısal faktörlerin de çok etkisi oldu ve muhalefetin buna karşı bir cevabı yoktu.
Seçimlerin sonuçları daha uzun süre tartışılacaktır. Yerel seçimlere nasıl yansıyabilir?
Yerel seçimler için muhalefetteki bu yapı böyle devam ederse ben biraz umutsuzum. Belki bunları konuşmak için erken ama CHP’nin adayının İstanbul’da kazanması için sadece İYİ Parti değil HDP’nin de sınırsız desteğine ihtiyacı var. Ama hem İYİ Parti hem HDP karışmış durumda. Ortak adaya destek verecekler mi? Belirsiz.
İmamoğlu’na yasak konusunda CHP o kadar yanlış bir strateji takip ediyor ki; yani “Yasak gelebilir, Cumhurbaşkanlığına aday olmasın. Yasak gelebilir, CHP Genel Başkanlığına aday olmasın.” Tamam. Peki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na nasıl aday olacak o zaman? Seçimden iki gün önce yasak kararı gelirse ne olacak?
“Muhalefetin içeriden çürümesi tehlikesi”
Dünyadaki benzer örneklere bakacak olursak bazı durumlarda iktidar kendi yandaş muhalefetini oluşturuyor. Türkiye için de bu denenebilir mi? Muhalefet seçmeninde bir kırılma-küskünlük siz de gözlemliyor musunuz?
Ben bu tehlikeyi çok gerçekçi görmüyorum. Buna benzer analizlere rastlıyorum ama bu analizleri yapanların ya siyaseti yanlış okuduklarını ya da Kılıçdaroğlu’nun devam etmesi için CHP’den süreci bulandırdıklarını düşünüyorum.
Çünkü bu kadar kutuplaşmış bir toplumda yani adeta muhalefetle iktidar 50-50 dağıldıktan sonra iktidarın muhalefeti dizayn edebilme imkânı çok kısıtlıdır. Çünkü mesela Sinan Oğan iktidara destek verir ama Oğan’ın iktidarı desteklemeyen bütün seçmenleri burada kalır. Sadece kendisini götürür. Metin Feyzioğlu karşıya geçer ama onu destekleyen ulusalcıların çoğu burada kalır. Dolayısıyla muhalefeti şekillendirme çok zor. Siyasetçileri ya da bazı grupları devşirebilir belki ama bu da çok zor bir durum. Çünkü bir insanın bu kadar kutuplaşmış bir ortamda karşı tarafa geçmesi demek her şeyini yani arkadaşlarını, geçmişini, itibarını, siyasi kariyerini, seçmenlerini bırakması demek.
Bence asıl tehlike sorduğunuz soruda geçen nokta, yani muhalif seçmenlerin bir bölümünde ‘hiçbir şey değişmiyor’ algısının yaratacağı umutsuzluk, kötümserlik ve bunun siyasi katılımı düşürmesi. Bir yandan hem Erdoğan’ın bir şekilde kazanıyor olması var, hem de muhalefet içinde bir şeyin değişmemesi noktası var.
Karşı tarafın seçmenlerini yüzde 90 sandığa götürdüğü bir ortamda muhalefet seçmenini yüzde 90 sandığa götüremezse istediği kadar anketlerde muhalefet yüzde 48 çıksın, aldığı oy yüzde 45 olur.
Dolayısıyla muhalefetin içeriden çürümesi ve heyecanını kaybetmesi tehlikesi var. 11 kişiye karşı 9 kişinin çıktığı maç örneği vermiştim; dokuz kişilik takımın kazanması için sahada basılmadık yer bırakmayacak kadar efor sarf etmesi gerekiyor. Bence muhalefetin odaklanması gereken tehlike bu yani devşirme değil.
CHP içinde şimdi Kılıçdaroğlu destekçileri bunu söylüyor; ‘Saray’dan icazet almış ulusalcıya koltuğu bırakmayacağız’ diye. Soruyorum kim? Yanıt yok.
Peki bu kutuplaşma nasıl aşılabilir? İki kutup arasında oy geçişi de çok yok.
Bu çok kapsamlı değerlendirilmesi gereken bir problem. Sadece adayla olabilecek bir şey değil. Söylem ve programda değişiklik, sahaya inip insanların hayatına dokunan bir kampanya yapmak, yani birebir insanlarla konuşarak onları ikna etmeye çalışmak ve aday. Yani bunların hepsi birbirini etkiliyor. Yani Kılıçdaroğlu’nun söylemi mesela birinci turda hiç sıkıntılı değildi. Ama inandırıcı da değildi. Şimdi çıkıp ‘ben liyakatle ülkeyi yöneteceğim’ dedikten sonra insanlar sizin kadronuza bakar CHP’yi liyakatle mi yönetiyorsunuz diye. O zaman insanlar size niye inansın?
Kutuplaşmayı aşmak için aday, söylem, program, örgüt; hepsi bir çizgide sıralanacak. 2019’da İmamoğlu’yla sıralandı. Örgüt, iktisadi söylem, halkın günlük hayatını etkileyen konulara odaklanan bir söylem ve bunların karşılık bulduğu oy verebileceği aday. Bagajı da yoktu İmamoğlu’nun.