Hataylı depremzedeler: Depremden ölmedik, soğuktan öleceğiz
Hatay’ın köylerinde yaşayan depremzedeler halen temel ihtiyaçlarının karşılanmadığını söylüyor. Aileler, “Gönüllüler geliyor ama devlet yanımızda değil” diyor.
Kahramanmaraş merkezli iki deprem sonrası harabeye dönen Hatay’da hayat durdu. Depremde hayatta kalan binlerce insanın kenti terk etmesiyle Hatay hayalet şehre döndü. Ancak hâlâ Hatay’ı terk etmeyenler de var. Depremden sağ kalanlar arasında köyde yaşayanlar, temel ihtiyaçlarını karşılayamamaktan şikayetçi. Barınma ve gıda temini, en büyük sorun.
Hatay’ın yaklaşık 9 bin nüfuslu Dursunlu köyü, merkeze sadece 15 dakika uzaklıkta. Ancak burada yaşayan Hataylılar, depremin üzerinden 10 gün geçmesine rağmen hayatta kalma savaşı veriyor.
Çar ailesi, onlardan biri. Hatay’daki Kurtuluş Caddesi üzerinde bulunan tarihi Affan mahallesi depremde tamamen yıkıldı. Hakan-Özlem Çar ve iki çocuğunun Affan’da yaşadığı ev de yerle bir oldu. Çar çifti çocuklarıyla birlikte köye geldiğini anlatıyor.
“Dün mahalleden son cenazeyi çıkardılar. Bir tane ufak horozumuz var. Bir ara ona yemek koymaya geçtik. Sonra akrabalarımızın yanına, Dursunlu köyüne geldik.”
İki çocuk babası Yaşar Büyükaşık, Çar ailesinin akrabası. Hakan Çar ile aynı anda çadır bulmak için gösterdikleri çabayı anlatıyor.
“Çadır bulabilmek için 10 kilometre yürüdük. Yani yaklaşık bir buçuk saat. Yayan git gel üç saat… Boşver ya… Gerçekten çok kötü bir düzen. Gönüllüler geliyor ama devlet yanımızda değil. Biz kaderimize terk edildik.”
“AFAD’dan kimseyi görmedik”
Dursunlu köyünün girişinde dört tane AFAD çadırı göze çarpıyor. Sağlık çalışanı Hakan Çar yaşadıklarına şükretse de depremin üzerinden 10 gün geçmesine rağmen halen devletin yardım eli uzatmamış olmasına anlam veremediğini söylüyor.
“Gönüllüler yemek getiriyor. AFAD’dan kimseyi görmedik. Deprem olduğu günden beri ısınmaya çalışıyoruz. Bu sobayla artık ne kadar olursa…”
Çar ailesi akrabaları ile beraber sekiz kişi tek çadırda konaklıyor. Çadır, AFAD ya da Kızılay’a ait değil. Gönüllülerin getirdiği çadırı daha dün kurmuşlar. Gece çocukların da kaldığı çadıra çakalların indiğini, nöbetleşe uyuduklarını anlatıyorlar.
Özlem Çar, çocuklarının hastalanmasından endişeleniyor. Özlem Çar, “Dün bir şişe suyla başımızı yıkadık. Ara ara şehre iniyoruz ama kokular yayılmaya başladı. O neden çocukları koruma amacıyla buradayız şu an” diye anlatıyor.
Yaşar Büyükaşık da diğer köylüler gibi çocuklarının hasta olacağından tedirginlik duyduğunu söylüyor.
“Çadırı kurduk ama sabah üstümüze çiğ yağıyordu. Çocuklar soğuktan titremeye başladı. Ne yapacağımı şaştım. Depremden ölmedik ama soğuktan öleceğiz. Ne soba var ne doğru düzgün bir çadır.”
Isınmaya çalıştıkları sobayı göstererek, “İşte baksana, şununla ısınmaya çalışıyoruz” diye ekliyor.
“Devlet yanımızda değil, kaderimize terk edildik”
Dursunlu köyü sakinleri gönüllülerin yardıma gelmesinden memnun ama onların yapabileceklerinin de bir yere kadar olduğunu söylüyor. Yaşar Büyükaşık, “Biz devletten bir şey bekliyoruz. Kimseyi görmedim ya, olamaz böyle bir şey” diye isyan ediyor.
Çadırın başında bir jeneratör var. Onu da daha dün temin edebilmişler. Sobanın etrafındaki suları da yine kendi imkanlarıyla almış ve köye kadar taşımışlar. Yani devlet kurumlarından destek için gelen giden olmamış.
Çar ailesinin depremde sadece evleri yıkılmamış, arabaları da hasar görmüş. Tuzla buz olan arka cama branda çekip çocuklar arabada uyuduğunda üşümesin diye üstüne battaniye sermişler. Hakan Çar da, çocukların sağlığı için endişeli olduğunu söylüyor.
“Çocukların boğazında yaralar çıkmaya başladı. Ben sağlık çalışanı olduğum için ilaç bulabildim. İmkanlar çok kötü burada, özellikle çocuklarımız için.”
DW Türkçe’nin konuştuğu Hatay’da görev yapan sağlık çalışanları da özellikle çocukların ilaç ihtiyacının acilen giderilmesi gerektiğini söylüyor.
“Çocuklar için yiyeceğe ihtiyacımız var”
Gülbahar Güzelkokar da Dursunlu köyü sakinlerinden. Evi yıkılmamış ama Hatay’ı terk edemeyen hemen herkes gibi o da korkudan apartmana giremiyor.
“Kayınvalidemin evi tek göz oda, hemen dışarı çıkabiliyoruz diye onda kalmaya başladık. Dört çocuğumuz var, arabada yatıyoruz. Üşüyoruz. Odunla ısınmaya çalışıyoruz, şu mangalla.”
Gülbahar Güzelkokar’ın gösterdiği mangal, ısınma için yeterli bir düzenek değil. O da depremin ilk gününden beri devlet görevlilerinden kimseyi göremediğini, sadece Türkiye Komünist Partisi (TKP) gönüllülerini gördüğünü anlatıyor.
“İşte şu komünist parti görevlileri geldi. AFAD ya da Kızılay gelmedi. Çocuklar için yiyeceğe ihtiyacımız var. Meyve suyu istedi çocuklarım ama evde yok. Alacak yer de yok. Çikolatalı gofrete alışmışlar. O da evde yok. Buzdolabında ne varsa bitti.”
Harabeye dönen kentte yıkılmamış mahallelerde dahi açık bakkal ya da markete rastlamak mümkün değil. Tam da bu nedenle depremzedelere yönelik yardımlar hayati önem taşıyor.
Sadece gıda değil, temiz suya olan ihtiyaç da giderilmiş değil. Gülbahar Güzelkokar, çocuklarını kazanda kaynattığı su ile yıkayabilmiş. Deprem öncesi hasta düştüğü için iğne olan küçük çocuğunun tedavisi ise yarım kalmış. Güzelkokar, TKP’nin deprem bölgesinde çalışan gönüllü doktorları küçük çocuğu muayene etse de sonrası için endişeleniyor ve şöyle konuşuyor:
“Acil bir şey olsa hastanemiz de yok. O da yıkıldı.”